28.01.2013

Kadına Asli Vazifelerini Hatırlatmak

Kendine iş hayatında ihtiyaç olmayan ve kendinin de para kazanmaya ihtiyacı olmayan kadının çalışması başta kadının kendine yaptığı zulümdür. Sonuçta kadın dışarıda çalışınca içerdeki işlerden kurtulamıyor. Kadın akşam yorgun argın gelip yemek hazırlıyor, çocuğu ile ilgileniyor, bulaşık, yemek, çamaşır, ütü derken yorgunluktan bitap düşüyor. Kocası ile muhabbet edemiyor, gergin, yorgun ve kızgın oluyor. Bu gerginlik onun beden ve ruh sağlığını bozuyor.
Mesai derdi olmayan daha kolay ve havalı mesleklere sahip kadınlar ısrarla kadının çalışmasını savunuyorlar. Oysa sabah toplu taşıma araçlarında ezilen, iş yerinde bütün gün koşturan akşam da evindeki işlere yetişmeye çalışan kadınların halinden memnun olanı pek yok. Fakat çalışmak zihinlere öyle bir dayatılmış ki bırakamıyorlar. Oysa ailenin geçimi için kadının kazancına gerçekten ihtiyaç varsa kadın ancak çalışmaya o zaman razı olmalı, eşi de kadına evde yardımcı olmalı.
Kadınlar bu eziyete neden katlanıyorlar? Çünkü çalışan kadın, güçlü kadındır dayatması var. Çünkü erkek kötüdür, zalimdir sen ona güvenme kendi paranı kazan kışkırtması var. Kadınlar “iş mi mutluluk mu” tercihinde iş peşinde koşturmaya teşvik ediliyorlar.
Kadının çalışması daha çok harcaması demek olduğu için kapitalist sistem kadının çalışmasını istiyor. Oysa daha çok harcamanın daha çok mutluluk getirmediğinin çok misalleri var göz önünde. Fakat kazanmanın ve harcamanın anlık hazlarına kendimizi öyle kaptırıyoruz ki aslında harcadığımızın hayatımız olduğunu fark etmiyoruz.

Tamamı

22.01.2013

Mevlid Kandiliniz Hayırlara Vesile Olsun


Osmanlı Ailesi Nasıl Kuruluyordu?



Belirli yaşa gelen kızı ve delikanlıyı evlendirmek için herkes seferber olur, bu büyük sevap sayılırdı. Osmanlı’da evlenme adabında çocuklar birbirlerini seçip beğenmezlerdi. Osmanlı’da hiç kimse sokakta tanışıp evlenmezdi. Bu görev anne ve babanındı. Anne ve babalar çocuklarına kimin uygun olacağını yakından bilirlerdi. Baba, damat namzetini görürdü, anne de gelini. Genelde gelinle damat birbirlerini görmeden anneleri ve babaları tarafından evlendirilirlerdi ve nikâh oluşurdu. Osmanlı’da evlilik müessesesi mutlak bir devamlılık ifade ederdi. Üstelik ayrılık bir “boş ol” kelimesiyle sağlanabilmesine rağmen herkes evliliğin bir kader olduğunu bilirdi. Kaderine düşene razı bir aile düzeniydi. Karşınızdakinin kusurlarını görmemezlikten gelmeyi başarırsanız, mutlaka evlilik düzeni güzel standartlarda devam eder. Osmanlı bu sırrın sahibiydi.
  
Osmanlı aile dizaynı, sevginin, saygının, insanların birbirlerine karşı olan davranışlarındaki güzelliğin korunduğu, devam ettirildiği, Allah’a has bir aile. Osmanlı’nın aile, mahalle, şehir hayatı, hoş bir nostaljinin ötesinde insana insan olmanın zevkini ve keyfini doyasıya yaşatan hazine cevheri âdeta. Osmanlı ailesinin arkasında sadece bir tek sır var: İş yapanın, yaptığı işi Allah için yapmanın hazzını duyması, bu hazzı duyarken de sorumluluğunu yaşaması.
HAZZ VE SORUMLULUK…

Kaynak

6.01.2013

Allah'ın Tokadı Gelince Sert Vuracağını Düşün


"Seksen yaşını aşkın bir teyzeyle konuşuyorum. O yaşta sırtında ot dolu sepetiyle tarladan yeni gelmiş. Bir güler yüzlü, bir tatlı dilli, beyaz tenli ve çemberinin uçlarından sapsarı saçları görünüyor. Ekrandan iyi tanıyor beni… Konuşuyoruz. Bir mübarek dualar ediyor. Bin maşallah.

Söz dönüp dolaşıp kocasına geliyor… `Evladım, kocam yirmi yıl dövdü beni.` dedi. `Yirmi yıl sırtıma değnek yedim. İmtihan dedim, evladım dedim, konu komşu dedim, sabrettim, dayandım. Ne yaptım sana! Azıcık bir şey olsa basıyor günahı küfrü... Her şeyin günah keçisi ben! Ne suçum var benim! En sonunda dayanamadım, karşı çıktım ona. `Allah`ım seni bildiği gibi yapsın! Benim adımı sayıklaya sayıklaya çıksın canın!` dedim. Şok edici! Sessizlik! Gözlerimiz titredi… İkimizin de.. Devam etti teyze…

`Birkaç hafta geçmedi, aniden bir şey oldu ona, hastaneye kaldırdılar. Haftalarca yattı. Gelene gidene beni sormuş. Helalleşmek için çağırıp durmuş. Gitmedim ziyaretine. Gece gündüz, gözünü açınca benim adımı sayıklıyormuş ve sayıklaya sayıklaya ölmüş dediklerine göre…"

Otuz veya kırk yıl önceki hadise… Akılsızca zulmünün sonunda gelen haklı bir bedduayla ömrünü bitiren bir koca… O günden beri dul yaşayan, tarlalarda çalışan ve inek bakmaya devam eden seksen küsur yaşında bile dipdiri bir Karadenizli köylü teyze… Hayat ders alınacak hikâyelerle tıka basa dolu. Ne olur kibri bırakıp da ders alsak. Ne olur Allah`ın tokadı gelince sert vuracağını düşünüp titresek de, zulümden sakınsak!" 


2.01.2013

Silkelenin

Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.
Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır.
En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten
kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar
verir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser.
Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.
Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!

Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile.
Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.


Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz.
Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın..

Bunlarda İlginizi Çekebilir

Blog Widget by LinkWithin