Kendine iş hayatında ihtiyaç olmayan ve kendinin de para kazanmaya
ihtiyacı olmayan kadının çalışması başta kadının kendine yaptığı
zulümdür. Sonuçta kadın dışarıda çalışınca içerdeki işlerden
kurtulamıyor. Kadın akşam yorgun argın gelip yemek hazırlıyor, çocuğu
ile ilgileniyor, bulaşık, yemek, çamaşır, ütü derken yorgunluktan bitap
düşüyor. Kocası ile muhabbet edemiyor, gergin, yorgun ve kızgın oluyor.
Bu gerginlik onun beden ve ruh sağlığını bozuyor.
Mesai derdi olmayan daha kolay ve havalı mesleklere sahip kadınlar
ısrarla kadının çalışmasını savunuyorlar. Oysa sabah toplu taşıma
araçlarında ezilen, iş yerinde bütün gün koşturan akşam da evindeki
işlere yetişmeye çalışan kadınların halinden memnun olanı pek yok. Fakat
çalışmak zihinlere öyle bir dayatılmış ki bırakamıyorlar. Oysa ailenin
geçimi için kadının kazancına gerçekten ihtiyaç varsa kadın
ancak çalışmaya o zaman razı olmalı, eşi de kadına evde yardımcı olmalı.
Kadınlar bu eziyete neden katlanıyorlar? Çünkü çalışan kadın, güçlü
kadındır dayatması var. Çünkü erkek kötüdür, zalimdir sen ona güvenme
kendi paranı kazan kışkırtması var. Kadınlar “iş mi mutluluk mu”
tercihinde iş peşinde koşturmaya teşvik ediliyorlar.
Kadının çalışması daha çok harcaması demek olduğu için kapitalist
sistem kadının çalışmasını istiyor. Oysa daha çok harcamanın daha çok
mutluluk getirmediğinin çok misalleri var göz önünde. Fakat kazanmanın
ve harcamanın anlık hazlarına kendimizi öyle kaptırıyoruz ki aslında
harcadığımızın hayatımız olduğunu fark etmiyoruz.
Tamamı
28.01.2013
22.01.2013
Osmanlı Ailesi Nasıl Kuruluyordu?
Belirli yaşa gelen kızı ve
delikanlıyı evlendirmek için herkes seferber olur, bu büyük sevap sayılırdı.
Osmanlı’da evlenme adabında çocuklar birbirlerini seçip beğenmezlerdi.
Osmanlı’da hiç kimse sokakta tanışıp evlenmezdi. Bu görev anne ve babanındı.
Anne ve babalar çocuklarına kimin uygun olacağını yakından bilirlerdi. Baba,
damat namzetini görürdü, anne de gelini. Genelde gelinle damat birbirlerini
görmeden anneleri ve babaları tarafından evlendirilirlerdi ve nikâh oluşurdu.
Osmanlı’da evlilik müessesesi mutlak bir devamlılık ifade ederdi. Üstelik
ayrılık bir “boş ol” kelimesiyle sağlanabilmesine rağmen herkes evliliğin bir
kader olduğunu bilirdi. Kaderine düşene razı bir aile düzeniydi. Karşınızdakinin
kusurlarını görmemezlikten gelmeyi başarırsanız, mutlaka evlilik düzeni güzel
standartlarda devam eder. Osmanlı bu sırrın sahibiydi.
Osmanlı aile dizaynı, sevginin, saygının, insanların
birbirlerine karşı olan davranışlarındaki güzelliğin korunduğu, devam
ettirildiği, Allah’a has bir aile. Osmanlı’nın aile, mahalle, şehir hayatı, hoş
bir nostaljinin ötesinde insana insan olmanın zevkini ve keyfini doyasıya
yaşatan hazine cevheri âdeta. Osmanlı ailesinin arkasında sadece bir tek sır
var: İş yapanın, yaptığı işi Allah için yapmanın hazzını duyması, bu hazzı
duyarken de sorumluluğunu yaşaması.
6.01.2013
Allah'ın Tokadı Gelince Sert Vuracağını Düşün
"Seksen
yaşını aşkın bir teyzeyle konuşuyorum. O yaşta sırtında ot dolu
sepetiyle tarladan yeni gelmiş. Bir güler yüzlü, bir tatlı dilli, beyaz
tenli ve çemberinin uçlarından sapsarı saçları görünüyor. Ekrandan iyi
tanıyor beni… Konuşuyoruz. Bir mübarek dualar ediyor. Bin maşallah.
Söz dönüp dolaşıp kocasına geliyor… `Evladım, kocam yirmi yıl dövdü beni.` dedi. `Yirmi yıl sırtıma değnek yedim. İmtihan dedim, evladım dedim, konu komşu dedim, sabrettim, dayandım. Ne yaptım sana! Azıcık bir şey olsa basıyor günahı küfrü... Her şeyin günah keçisi ben! Ne suçum var benim! En sonunda dayanamadım, karşı çıktım ona. `Allah`ım seni bildiği gibi yapsın! Benim adımı sayıklaya sayıklaya çıksın canın!` dedim. Şok edici! Sessizlik! Gözlerimiz titredi… İkimizin de.. Devam etti teyze…
`Birkaç hafta geçmedi, aniden bir şey oldu ona, hastaneye kaldırdılar. Haftalarca yattı. Gelene gidene beni sormuş. Helalleşmek için çağırıp durmuş. Gitmedim ziyaretine. Gece gündüz, gözünü açınca benim adımı sayıklıyormuş ve sayıklaya sayıklaya ölmüş dediklerine göre…"
Otuz veya kırk yıl önceki hadise… Akılsızca zulmünün sonunda gelen haklı bir bedduayla ömrünü bitiren bir koca… O günden beri dul yaşayan, tarlalarda çalışan ve inek bakmaya devam eden seksen küsur yaşında bile dipdiri bir Karadenizli köylü teyze… Hayat ders alınacak hikâyelerle tıka basa dolu. Ne olur kibri bırakıp da ders alsak. Ne olur Allah`ın tokadı gelince sert vuracağını düşünüp titresek de, zulümden sakınsak!"
Söz dönüp dolaşıp kocasına geliyor… `Evladım, kocam yirmi yıl dövdü beni.` dedi. `Yirmi yıl sırtıma değnek yedim. İmtihan dedim, evladım dedim, konu komşu dedim, sabrettim, dayandım. Ne yaptım sana! Azıcık bir şey olsa basıyor günahı küfrü... Her şeyin günah keçisi ben! Ne suçum var benim! En sonunda dayanamadım, karşı çıktım ona. `Allah`ım seni bildiği gibi yapsın! Benim adımı sayıklaya sayıklaya çıksın canın!` dedim. Şok edici! Sessizlik! Gözlerimiz titredi… İkimizin de.. Devam etti teyze…
`Birkaç hafta geçmedi, aniden bir şey oldu ona, hastaneye kaldırdılar. Haftalarca yattı. Gelene gidene beni sormuş. Helalleşmek için çağırıp durmuş. Gitmedim ziyaretine. Gece gündüz, gözünü açınca benim adımı sayıklıyormuş ve sayıklaya sayıklaya ölmüş dediklerine göre…"
Otuz veya kırk yıl önceki hadise… Akılsızca zulmünün sonunda gelen haklı bir bedduayla ömrünü bitiren bir koca… O günden beri dul yaşayan, tarlalarda çalışan ve inek bakmaya devam eden seksen küsur yaşında bile dipdiri bir Karadenizli köylü teyze… Hayat ders alınacak hikâyelerle tıka basa dolu. Ne olur kibri bırakıp da ders alsak. Ne olur Allah`ın tokadı gelince sert vuracağını düşünüp titresek de, zulümden sakınsak!"
4.01.2013
2.01.2013
Silkelenin
Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.
Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır.
En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten
kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar
verir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser.
Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine
inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey
yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak
hazırlamaktadır.
Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam
edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir
adım atıp, koşarak uzaklaşır!
Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile.
Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.
Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz.
Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)