30.12.2011

Sevgi

İmam Bakır'ın (a.s) buyurduğuna göre; din sevmekten ibarettir.Allah’ın insana vermiş olduğu bu hediyeyi, insan da eşine vermelidir. Eşinize vereceğiniz en güzel ve en kıymetli hediye ona olan sevginizi göstermektir.

Bu hususta imam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:“İnsanın kalbinde eşine karşı beslediği sevgi çoğaldıkça, imanı da çoğalmıştır.”Kadın ve erkek birbiriyle evlendiklerinde, nikâh akdi okunur okunmaz, Allah tarafından aralarına çok üstün ve tarif edilmez bir sevgi yerleştirilir.

“İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda, düşünen toplum için dersler vardır.”Rum–21

25.12.2011

Müsafire İkram

Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir Hadis-i Şeriflerin de; "Kimse misafire ikramda, gücünün yetmeyeceği külfete girmesin!" buyurmuşlardır.

Ebu Hafs-ı Haddad (k.s), Ebu Bekr-i Şibli' nin evinde kırk gün müsafir kaldı. Çeşit çeşit yemeklerini yedi.Ayrılıp giderken; "Ey Şibli! Eğer yolun Nişabur'a uğrarsa, yanıma gel! Müsafirperverlik nasıl oluyormuş sana öğreteyim." dedi.Şibli'de; "Ben ne yaptım ki?" deyince;

"Başka ne yapacaksın, külfete girerek çeşitli yemekler hazırladın, müsafirperverlik bu değildir. Müsafirine öyle davranmalısın ki, hizmet ederken üzerine bir ağırlık çökmemeli, gittiği için de ferahlamamalısın! Külfete girersen, gelişi ağır olur, gittiğinde de rahatlarsın. Böyle ev sahipliği olmaz" buyurdu.

Bir müddet sonra, İmam-ı Şibli kırk arkadaşıyla beraber Nişabur'a geldi.Ebu Hafs-ı Haddad (k.s)' a uğradı. O da o gece müsafirleri için kırkbir mum yakmıştı. Şibli bunları görünce; Bu ne hal, külfete girmeyin demiştiniz. Bu mumlar ne böyle?" dedi. Ebu Hafs-ı Haddad (k.s); "Öyleyse onları söndür." buyurdu. Şibli, kalkıp mumları söndürmeye çalıştı, sadece birini söndürebildi. Bunun üzerine Ebu Hafs-ı Haddad (k.s);

"Sizi Allah celle celalühü gönderdi.Bende Allah rızası için kırk mum yaktım. Birini de kendim için yaktım.Benim için olanı söndürdün.Allah rızası için olanları söndüremedin.Sen ise Bağdat' ta her yaptığın şeyi benim için yapmıştın. Seninkiler külfet oldu, benim ki ise olmadı." buyurdu.

Hanımlara Rehmer Bilgiler
ve
Büyük islam Hanımları

Fazilet Neşriyat

26.11.2011

NİMETE ŞÜKÜR



Padişahın birisi bir gün hizmetçilerinden birine meyve verdi.
Hizmetçi meyveyi öyle iştahla yemeye başladı ki, padişah dayanamadı
ve “Bir parça da bana ver” dedi. Hizmetçi hemen
o meyveden bir parça sundu. Ancak padişah meyveyi ısırır
ısırmaz onun acı olduğunu fark etti ve kaşları çatıldı. Hizmetçisine
“Söyle bakalım, acı bir meyveyi neden bu kadar iştahla
yedin?” dedi. Bunun üzerine hizmetçi şu cevabı verdi: “Padişahım
şimdiye kadar elinden yüzlerce armağan aldım ve yedim.
Hepsi de birbirinden lezzetliydi. Bir kerecik de elinden acı
meyve geldi diye suratımı asmam.” 

Feridüddin Attar, Mantıku’t-Tayr

23.11.2011

Göz Hakkı

Bediüzzaman, kul hakkı konusunda çok dikkatli davranır. Zira kimden kime geçerse geçsin, helâl edilmedikçe bu haktan kurtulmak mümkün değildir.
Maddî manevî en küçük bir hak geçme ihtimaline karşı çok hassas olan Bediüzzaman, göz hakkına da itina gösterir.
Bu sebeple, açıktan alman ve başkaları görerek getirilen yiyecekleri, "göz hakkı girmiş" diye yemezdi.

Başkasının Günahına Ağlayan Adam    s.71

17.11.2011

Kızlar

Peygamber Efendimiz, (Kız çocuklarını hor görmeyin) buyurdu. Hor görmek dini bilmemekten ileri gelir. Hayırlı evlat istemelidir. Hayırlı olmadıktan sonra, kız veya erkek olmuş ne fark eder?

(Üç kız veya kız kardeşinin geçim veya başka sıkıntılarına katlananı, Allahü Teâlâ Cennete koyar.) Eshab-ı kiramdan biri, (İki tane olursa da aynı mıdır?) diye sual edince, Peygamber efendimiz (Evet, iki tane olursa da aynıdır) buyurdu. Başka birisi, (Ya bir tane olursa?) diye sual etti. Cevabında buyurdu ki: (Bir tane de olsa gene aynıdır.) [Hakim, Harâiti]

Görüldüğü gibi, kız ve kadınlara değer vermeyenler, Müslümanlığı bilmeyen kimselerdir. Müslüman, dinini iyi öğrenip kadına layık olduğu değeri vermelidir!

Hadis-i Şerifte buyuruldu ki:
(Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.) 
[İ.Asakir]

31.10.2011

Hayatımızdaki Dikenler

IMG_1002.
Mevlânâ Hazretleri, mânevî dünyadan uzaklaşarak süflî arzularla dolan kimselerin hâlini bir hikâye tarzında şöyle tasvir etmektedir
:
“Tatlı sözlü, fakat sert huylu adamın biri yol üstüne dikenli çalı dikmişti. Yoldan geçenler onu ayıpladılar;
Bunları sök at.” dediler.
Fakat o ihmal etti ve onu sökmedi. O dikenli çalı, her an biraz daha büyüyor, çoğalıyordu. Halkın ayağı, diken yarası ile kanlara bulanıyordu. Geçenlerin elbisesi dikenlerden yırtılıyor, yalın ayak gezen yoksulların ayakları paramparça oluyordu. Bir Hak dostu o adama;
Bunları sökmelisin!” diye emir verince, o:
Evet, sökerim.” dedi. Fakat “Yarın, öbür gün sökerim!” diye ihmal etti… Bu müddet içinde de diktiği dikenler kökleşti, kuvvetlendi. Yine Hak dostu olan kişi ona:
Ey vaadini yerine getirmeyen, sözünde durmayan kişi!.. Beri gel, söz verdin, sürüncemede bırakma! Vazifeni yerine getir, artık daha fazla ihmal etme!.. (Helâke yaklaşıyorsun!..)” dedi
Çalıyı diken adam:
Merak etmeyin, sökerim.” dedi.
O Hak dostu:
Çabuk ol, işi savsaklama, vaadini yerine getir!” diye nasihat etti. “Sen yarın bu işi görürüm diyorsun ama, şunu iyi bil ki, gün geçip git­tikçe o dikenler daha çok artıyor, kuvvetleniyor. Onu sökecek olan sen de ihtiyarlıyorsun, güçten kuvvetten düşüyorsun. Şunu bil ki, diken güçlenmede, boy atmada; diken sökecek kişi olan sen ise ihtiyarlamaktasın; gü­cün kuvvetin de devamlı eksilmede… Çabuk ol, vaktini boşa geçirme… Kendi helâkini hazırlama!…”

Hikâyede mecâzî olarak ifade edilen dikenler, insandaki benlik, bütün nimetleri kendinde toplama hırsı, israf çılgınlığı ve her çeşit günah ve kötü alışkanlıklardır. Bu günahlar, farkında olmadan insanın rûhânî hayatını zedeleyerek onda merhametsizlik, duygusuzluk, Allah’ın mahlûkâtına hizmetten uzak kalmak ve kendini beğenme (ucub) gibi menfî hâllere sevk eder. Bu ise, insanın kalbinin mânen ölüm hastalığına yakalanması demektir.


İnsan Denilen Muammâ s.97

15.09.2011

Kaşıktan Dost Olur Mu?

Eşyaya Vefa :

Bediüzzaman, çayı severdi. Dünyalık eşyası arasında küçük bir çay takımı vardı. Bir gün Bediüzzaman'm çay kaşığı kırıldı.
"Bunu tamir ettirin." dedi.
Zübeyir Gündüzalp, kaşığı tamirciye getirdi, ama alüminyum olduğu için kaynak yapılamayacağını öğrendi. Çaresi kolaydı. Hemen daha kaliteli ve yeni bir çay kaşığı alıp getirdi.
Bediüzzaman, durumu öğrenince üzüldü:
"Kardeşim, sen bilmiyor musun, o kaşık benim 40 yıllık arkadaşımdı. Ben kaşığımı isterim; tamir ettir, getir!" dedi.


Başkasının   Günahına Ağlayan  Adam s. 83

3.09.2011

Vermezse Mabud Neylesin Mahmut


Sandık

Bir ramazan günüdür. Sultan Mahmut bu kez halkın kendisini tanıyamayacağı bir kıyafetle dolaşmaktadır. Bir ayakkabıcı dükkanından gelen ses dikkatini çeker padişahın. İhtiyar bir adam elindeki çekici boş örse vururken şöyle mırıldanmaktadır.

           - Tıkandı da tıkandı, tıkandı da tıkandı…

Sultan Mahmut selam verip içeri girer:

           - Hayrola baba, nedir tıkanan?

İhtiyar elindeki çekici boş örse vurmaya devam ederek:

          - Sorma be evlat, der, tıkandı da tıkandı. Kırış kırış alnı, bembeyaz sakalıyla nur yüzlü bir ihtiyardır bu. Bundan iki-üç sene önceydi evlat, bir rüya gördüm. Çok büyük bir şadırvan vardı. Her tarafında irili-ufaklı çeşmeler… kiminden oluk oluk su akıyor, kiminden damla damla, kiminden iplik gibi. Nedir bu, diye sordum. Nasip çeşmesi, dediler. Oluk oluk akan padişahın nasibiymiş. Diğeri filan sadrazamın, öteki bilmem kimin… Gözüm bir çeşmeye takıldı o sıra. Arada bir tek-tük damlalar düşen bir çeşmeydi bu. Bu kimin, dedim. Senin çeşmen dediler.

İhtiyarı dinliyor görünse de, gülmesini zor tutuyordu padişah:

          - Eee?..

          - Oradan bir odun parçası buldum, çeşmenin ağzını açmak için zorlarken, odun kırılıp iyice tıkamasın mı çeşmeyi!.. Damla düşmez oldu. O günden beri böyleyim işte evlat.

Elindeki çekici örse vurmaya devam etti ihtiyar adam:

          - Tıkandı da tıkandı…

         Padişah sevmiştir bu tuhaf ihtiyarı. Saraya döndüğünde bir hindi dolması hazırlatır. İçinde çil çil altınlar olan bir hindi dolması. Dükkanı tarif edip hindiyi gönderir, neticeyi beklemeye başlar.

         Tıkandı baba sevinir hediyeyi görünce. Nihayet nasibim açıldı der. İftara az bir zaman kala bu hindiyle bir iftar etmektense bunu satar, üç günlük yiyecek alırım diye düşünür. Hindiyi üç-beş akçeye satar.

           Hadiseyi duyan Sultan Mahmut, gülmeye başlar, adamlarına yeni bir emir verir.

          - Hemen bir tepsi baklava hazırlayın, her dilimin altına bir altın koyup götürün ihtiyara…

          Tıkandı Baba, hindiyi sattığı komşusuna baklavayı da birkaç akçeye satar. Mutludur artık, nihayet nasibi açılmıştır işte. Padişah ise ihtiyarın saflığına kızmaya başlar:

         - Getirin bana o ihtiyarı!

        Tıkandı Baba Padişah’ın huzuruna getirilir. Olanı-biteni bir bir anlatır padişah. İhtiyar adam çok üzülür. Ellerini dizlerine vurarak dövünmeye başlar:

         - Tıkandı da tıkandı, tıkandı da tıkandı…

        Onun bu halini gören Sultan Mahmut bir kez daha merhamete gelir. Vezirine işaret verir. Hazine dairesinden bir altın sandığı, bir de kürek getirilir. İhtiyar küreği sandığa daldırıp çıkartacak, küreğin içindeki altınlar onun olacaktır.


        Tıkandı Baba sevinir. Padişah’a dualar ederek heyecanla sandığa daldırır küreği. Sandıktan çıkardığında ise oracığa yığılır, bayılıverir. Zira heyecandan küreği ters daldırmıştır Tıkandı Baba. Ve küreğin sırtında tek bir altın vardır!

        Sultan Mahmut nasipsizliğin deyimi olarak kalacak olan sözünü orada söyler işte.

        - Vermezse Mabud, neylesin Mahmut…

     
Serdar Tuncer
Satır Arası Hikayeler

28.08.2011

Nura Ulaş

Erik / Plum / Pflaume
"Çalış çabala da nura ulaş. Pekmez içinde ne kaynatılırsa pekmez lezzeti alır. Havuç, elma, ayva, ceviz pekmezde kaynasa pekmez tadı alır. Bilgi nura karışırsa inatçı ve kötü kişiler bile bilgiden nur bulurlar."

Hz. Mevlânâ Celaleddin Rûmi (k.s)

23.08.2011

Sabır


1.Bu çiçek ve lâle merakı İstanbul’a gelen yabacıları bir hayli etkilemiş ve hayran bırakmıştır.

Enes -radıyallâhu anh- şâhid olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatıyor:

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-
ile beraber yürüyordum. Üzerinde Necran kumaşından yapılmış, kenarları sert ve kalın bir hırka vardı. Bir bedevî, Rasûl-i Ekrem’e yetişerek hırkasını sertçe çekti. Hırkanın boynuna gelen kısmına baktım, bedevînin sertçe çekmesinden dolayı hırkanın kenarı boynuna oturmuştu. Daha sonra bedevî:

“–Ey Muhammed! Elinde bulunan Allâh’a ait mallardan bana da verilmesini söyle!..” dedi.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bedevîye dönüp tebessüm etti. Sonra da ona bir şeyler verilmesini emretti.

Buhârî, Humüs 19, Libâs 18, Edeb 68; Müslim, Zekât 128.

19.08.2011

Çocuğun Eğitimi


Cenâb-ı Hak, insanoğlunu doğuştan hayra daha fazla meyilli olarak halketmiştir. Ancak, doğduğu andan itibaren yakın ve uzak çevresi, onun şekillenmesine tesir eder. Evlatlar, temiz fıtratlarıyla anne-babaya teslim edilen ilâhî emânetlerdir.
Ebeveynin, böyle temiz bir fıtratla yaratılıp kendisine emânet edilen yavrularını, hayır-hasenat ile tezyin etmeleri zarurîdir. Onlar, ellerine teslim edilmiş bu ilâhî emânetleri, iyilik ve güzelliklerle bezeyebilecekleri gibi günah ve kötülüklere de alıştırabilirler. Bu hakikati Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle ifade buyurmuşlardır:
“Her do­ğan ço­cuk, İs­lâm fıt­ra­tı üze­re (temiz ve günahsız olarak, tevhîde meyilli bir şekilde) do­ğar. Da­ha son­ra ana-ba­ba­sı onu (inanç­la­rı­na gö­re) ya Hıris­ti­yan, ya Ya­hû­dî ya da Me­cû­sî… ya­par.” (Müs­lim, Ka­der, 22; Buhârî, Cenâiz, 92)
Çocuğun eğitimi öncelikle anne kucağında başlar. Annenin ağzından çıkan her kelime, çocuğun şahsiyetine konulan bir tuğla mesabesindedir. Anne yüreği, çocuğun eğitim gördüğü bir sınıftır.
Şefkatin en büyük menbaı, analardır. Ana terbiyesinden mahrum çocukların terbiyesi güçleşir. Yüksek karakterli kişiler daha çok, sâlihâ annelerin yetiştirdiği evlatlardır.
Böyle sâlih ebeveynin terbiyesinde büyüyen çocukların ilk öğrendikleri davranışlar, tekrar ede ede alışkanlıklar hâline dönüşür. Ama kötü bir âile veya toplum içinde büyüyen çocuklarda da kötü alışkanlıklar yeşermeye başlar. Sonuç olarak bu alışkanlıklar, insanı belli bir kalıba sokar ve artık insan, tekrar edegeldiği bu alışkanlıkların esâreti altında yaşamaya başlar.

İnsan Denilen Muammâ s.96

17.08.2011

Dünyada En Zor Meslek, İnsanın Eğitim Ve Terbiyesidir.


Bu mecazları hakikatlerin aynası yapan Hazret-i Mevlânâ, nesli ihyâ ve irşâd edecek olan anneleri, bir bakıma mürşid-i kâmillere benzetmektedir. Yani bir hanım, mürşid-i kâmil hassâsiyeti, liyâkati ve inceliğinde bir eğitim ve irşâd ile nesli yetiştirmek mecbûriyetindedir.
Bunun için, iki büyük vazifesi vardır:
Biri, yetişecek olanları, verilecek terbiyeye iknâ ile râzı etmek;
İkincisi de, bu terbiyeyi mâhir bir sûrette gerçekleştirmek.
Esâsen mürşid-i kâmillerin de yaptıkları bundan ibarettir. Bu da onların kendilerini her bakımdan güzel ve tam yetiştirmelerine bağlıdır. Yoksa yarım doktorun candan etmesi gibi yarım terbiyeciler de nesli perişan ederler…
Çocuklar, anne-babaya ihsân edilen ilâhî emânetlerdir. İslâm fıtratı üzere anne-babalarına teslîm edilen çocukların saf ve berrak kalbleri, temiz bir toprak misâli işlenmeye hazır ham bir cevherdir. İstikbalde onların diken veya gül, acı veya tatlı meyve vermesi, üzerlerine atılan tohumların keyfiyetine bağlıdır.
Güçlü toplumlar, güçlü âilelerden meydana gelir. Güçlü âileler ise daha ziyâde mânevî eğitim görmüş; yâni nefs engelini aşmış, fazîletli annelerin eseridir. Bunun en güzel numûneleri, hanım sahâbîlerdir. Onlar çocuklarına canlarıyla, mallarıyla fedâkârlık yapmayı öğretmişlerdir. Yavrularının gönüllerini, Rasûlullâh Efendimiz’in muhabbetiyle yoğurmuşlardır.
Cenâb-ı Hak, onlar gibi cennet gülleri olacak güzellikte evlâtlar yetiştirmeyi cümlemize ihsân eylesin!
Âmîn!..

İnsan Denilen Muammâ 

15.08.2011

Çocuk Emanettir

Çocuklar, anne-babaya ihsân edilen ilâhî emânetlerdir. İslâm fıtratı üzere anne-babalarına teslîm edilen çocukların saf ve berrak kalbleri, temiz bir toprak misâli işlenmeye hazır ham bir cevherdir.
İstikbalde onların diken veya gül, acı veya tatlı meyve vermesi, üzerlerine atılan tohumların keyfiyetine bağlıdır.

İnsan Denilen Muammâ Kitabından


16.05.2011

Bana Öğüt Verin...

İbrahim bin Edhem anlatıyor:

Bir zaman Beyt–i Makdis‘e gitmek için yola çıktım.
Yolda giderken yedi kişiye rastladım, onlara selâm verdim:

“Selâmünaleyküm, bana öğüt verir misiniz? Allah yardımcınız olsun.“ dedim.

İçlerinden biri bana dedi ki:
“Allah‘tan başka kimseden korkma, O‘nun dışında kimseden bir şey umma ve bekleme.“

Ben onlara:
“Benim ilmimi artıracak bir şeyler söyleyin, Rabbim size merhamet eylesin.“
dedim. İçlerinden biri bana dedi ki:

“Allah‘ı seveni sev, Allah‘ı sevmeyeni sevme.“
Bunun üzerine ben onlara:

“Bana başka öğütler de verin.“ dedim. İçlerinden başka biri:

“Dua et. Yalnız kaldığın zamanlar içten yalvar, yakar, ağla ve titre. Allah‘a karşı zelil ol, ne şartta olursan ol, O‘ndan kork.“
dedi. Ben tekrar onlara:

“Bana öğüt verin.“ dedim. Yine içlerinden biri:

“Allah‘ım, şu bize takılıp kalan ve bizi senden alıkoyan adamla aramızı ayır.“
dedi. Bunu söyledikten sonra, yedisi birden ortadan kayboldu. Onların ne yana gittiklerini anlayamadım ve bir daha da onları görmedim.

İbrahim bin Edhem buyurdu ki:

“Kibirlenmeyin! Mağrur olmayın. Yaptıklarınızla övünmeyin. Üstünüzdekilere değil, altınızdakilere bakınız. Kalpleriniz Allah sevgisiyle dolsun. Bedenleriniz Allah‘a itaatle yoğrulsun. Allah‘tan utanınız. Dilleriniz Allah‘ı ansın. Gözlerinizi harama dikmeyiniz.“

10.05.2011

Bereket ve Bereketsizlik

Cömertlik ve yardim etmede akarsu gibi ol
Bereket, az malın çok faydası olmak, çok işe yaramak demektir. Az bir mal, bereketli olunca, çok kimsenin rahat etmesine, çok iyi işlerin yapılmasına yarar. Bereketli olmayan çok mal vardır ki, sahibinin dünyada ve ahirette felaketine sebep olur. O halde malın çok olmasını değil, bereketli olmasını istemelidir!


(Yemeği, toplu olarak yemekte bereket vardır.) [İbni Mace]
(Besmele ile yenen yemek bereketli olur.) (İbni Mace)

(Bereket, yemeğin ortasına iner. Onun için kenarından yiyin, ortasından yemeyin!)
(Sahurda ve sahur yemeğinde bereket vardır.) [Taberani]

(Yemekten önce ve sonra, elini yıkayanın evinin bereketi artar!) [İ.E.Şeybe]
(Sıcak yemekte bereket olmaz). [Deylemi]

(Balda bereket ve şifa vardır.) [T.Gafilin]
(Sirkede, hurmada, sütte bereket vardır.) [İbni Mace]

(Rızkına razı olanın bereketi artar, razı olmayanınki bereketsiz olur.) [Ahmed]
(Alış verişte çok yemin etmek, malın bereketini giderir.) [Müslim]

(Ticarette bereket vardır, ticarete yalan, hıyanet karışınca bereket gider.) [Buhari]
(Bereket büyüklerinizdedir.) [İ.Rafii]

(İlk çocuğunun kız olması, kadının bereketindendir.) [İbni Asakir]
(Kız çocuğu bereketlidir.) [Deylemi]

(Çocuksuz ev bereketsiz olur.) [Ebuşşeyh]
(Evine girince, ev halkına selam ver ki, evin iyiliği ve bereketi artsın!) [Harâiti]

(Dua, ömrün bereketini artırır.) [Tirmizi]
(Kur'an okunan evin bereketi artar. Kur'an okunmayan ev, bereketsiz olur.) [Darimi]

(Misafir, bin bereket ve bin rahmetle gelir.) [Nisab-ül ahbar]
(Evinden erken çıkanın işi bereketli olur.) [Bezzar]

(Yola çıkarken arkadaşları ile vedalaşan, onların duaları ile berekete kavuşur.)
(Ana babasına hizmet edenin ömrü bereketli, onlara karşı geleninki bereketsiz olur.)

(Muhammed isimli kimse bulunan ev ve yerde bereket olur.) [Deylemi]
(Sabahın sünnetini evde kılmak, rızkın bereketine sebep olur.) [İmad-ül-islam]

(Namaz kılanın rızkı bereketli olur.) [M.cenne]
(Vadeli alış verişte, ödünç vermekte ve arpa karışmış ekmekte bereket vardır.) [İ.Mace]

(Evde çöp bulunması bereketsizliğe sebeptir.) [Deylemi]
(Şarkıcı ve faizcilerin kazancında bereket olmaz.) [Deylemi]
(Bir toplumda birisi söylerken diğerleri susmazsa, orası bereketsiz olur.) [Beyheki] 


Alıntı

18.01.2011

İbret

İbret

İstanbul'da binler toplanmış, Üstad kürsüye çıkıyor ve mübarek ağzından şu ibret verici sözler diziliyor:
Aya Giden, Yıldıza Giden Milletlere İmrenen Ey Türk Gençliği ! Yirmi Yaşındaki Fatihin Ahlak Fezasından Düştüğünüz Bu Günkü Çöplüğe Bakın Ve Utanın ..!

Bunlarda İlginizi Çekebilir

Blog Widget by LinkWithin