30.12.2012

Bir Sevgi Ve Bir Hayranlık

Hayır, severek evlenmedim. Hayatımı bir zebani ile birleştirecek kadar yalnızdım. Yalnız ve yabancı. Bir kadın ilk defa olarak adımı taşımaya razı oluyordu. Bir kurtuluştu bu, paryalıktan kurtuluş, cehennemden kurtuluş. Ve bilmediğimiz ülkelere yelken açan bir gemiye atlar gibi elele hayata atladık.
 Ben seni tanıdıktan sonra yaşamaya başladım. Korkuyorum. Bunları söylem ekten korkuyorum. Yirmi iki sene gelişen, kökleşen bir sevgi bu. Bir sevgi ve bir hayranlık. Hayat, hayatımız daima güzel miydi? Hayır. Ama mevsimleri vardı, mevsimleri var. Vatanımsın benim. Kokladığım havasın, içtiğim su. Ben şımarık ve yaramaz bir çocuk oldum zaman zaman. Sen hep aynı kalmasını bildin. 

Cemil Meriç

28.12.2012

Fesin Püskü

Yeni evli gence, bir çay sohbetinde 

 -“Sen evleneli neredeyse bir sene oldu, ama maşallah sizin evden çıt çıkmıyor, siz hiç tartışmaz mısınız?” diye sorarlar.

“Hayır” diye cevaplar yeni evli genç ve ilave eder:

-“Akşam işten geldiğimde, kapı açılınca hanıma şöyle bir bakarım.
Eğer hanım, eteğinin ucunu belinde topladıysa bilirim ki hanımın günü iyi geçmemiş ve havası yerinde değil.
Hiç ekmek, yemek sormadan usulca mutfağa süzülür, aceleyle birkaç lokma atıştırır ve ortalıktan toz olurum.
Olur ya bazen de benim asabım bozuk olur. O zaman fesin püskülünü her zamankinin aksine soldan sarkıtırım.
O da bunu görür, asabi olduğumu anlar ve hiç sesini çıkarmaz, hemen yemeğimi, çayımı hazır eder.
Etrafımda pervane gibi döner. Bu nedenle biz hiç kavga etmeyiz.
Dinleyenlerden biri:

-“Peki birader, kapı açıldı, yenge eteğin ucunu belinde toplamış, sen de fesin püskülünü soldan sarkıtmışsın. İki taraf da asabi, o zaman ne olacak?”
diye sormuş.

Ötekiler de “Hah! Şimdi ne olacak?” demiş.
Genç gülümsemiş;

-“Bundan kolay ne var, fesin püskülünü hafif bir fiskeyle soldan sağa atarım”
demiş.


24.12.2012

Allah;
Yarın yanımızda olmayacak insanı bugün karşımıza çıkarmasın. .

Amin.

22.12.2012

Dünya Dertleri

Hz. Mevlânâ bir gün eve gelir, oğlunu üzgün görür. Sebebini sorar.
Oğlu: "Hiç…" der.
Hz. Mevlânâ dışarı çıkar.

Kapıda asılı bir kurt postu vardır, onu alır üstüne giyer.
Ellerini havaya doğru açıp ulumaya başlar.Oğlu babasının bu haline bakıp güler.

Hz. Mevlânâ:
"Evladım, gördün mü?" der.
"Dünya dertleri de işte böyledir.
Kurt, aslında korkutucu bir hayvandır.
Ama sen o postun arkasında babanın olduğunu
bildiğin için korkmadın ve güldün.
İşte bütün dertlerin arkasında da
Rabbinin olduğunu bil ve ona güven..."

18.12.2012

Çocuk Terbiyesinde Annenin Önemi

''Evet, bir valide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakikî bir ihlâs ile vazife-i fıtriyesi itibarıyla kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişafı ile hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez. Veyahut sû-i istimal edilir. Yüzer nümunelerinden bir küçük numunesi şudur:

O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. "Oğlum paşa olsun" diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa'ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor.  
Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, "Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?" diye şekvâ edecek. Dünyada da, terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.''
Bediüzzaman Said NURSİ

16.12.2012

Efendimin Hiddeti, Derviş Etti İzzet'i



Padişah Abdülaziz, günün birinde Kazasker Mustafa İzzet'e çok kızdığı için onu meclisinden
uzaklaştırmış. 
Kazasker buna çok üzülmüş tabii. Bir müddet sonra da Cuma günleri Ayasofya Camiinde hutbe okumaya başlamış. Bir Cuma günü Padişah Abdülaziz, Cuma namazı kılmak için Ayasofya  Camiine geldiğinde hutbe okuyanın kim olduğunu hemen tanımış. Sonra Kazaskeri yanına çağırıp,  üzerindeki elbiseyi göstererek:
"İzzet, bu ne hal?" diye sormuş. Kazasker Mustafa İzzet, Padişahın kendisini affettiğini söylemesinden önce bir derviş gibi eğilmiş sonra da şöyle demiş:
"Efendimin hiddeti, derviş etti İzzet'i."

15.12.2012

Görmek İstemediğimiz…

Kadınların ”Toplumsal hayattan giderek daha fazla pay ve söz hakkı talep etmeleri ve bu taleplerin erkeklerin kafasındaki kadın-erkek hiyerarşisi ile örtüşmemesi yüzünden de şiddet görüyorlar.”
Fakat bu tespitinin açıklamasını yapmamış. Ben açıklayayım: Evet şiddetin en önemli sebebi kadın-erkek arasındaki hiyerarşinin bozulması. Bu yüzden eşitlik söylemleri arttıkça şiddet de artıyor. Bu hiyerarşi gerekli ve hayatın her alanında var. Güç olan yerde mutlaka ast-üst ilişkisi ortaya çıkar. Her kurumda bir müdür olması gibi. Nihal hanımın çalıştığı gazetenin de bir patronu olmalı.
Kadınların toplumsal hayattan daha fazla pay ve söz hakkı talebinin şiddeti doğurduğu bölümüne katılmıyorum. Sadece kadın toplumsal hayattan daha fazla pay ve söz hakkı aldığında hiyerarşide erkeğin önüne geçmek için erkeğe psikolojik şiddet uyguluyor. Bu şiddet en çok evlerde yaşanıyor. Kadın iş hayatında hiyerarşiden rahatsız değil, patronunu ya da müdürünü geçmeye çalışmıyor, hırsını evde çıkarıyor.
Tamamı

7.12.2012

Edep Kitaptan Değil, Edepli İnsandan Talim Edilir


Peki, edebi kimden öğreneceğiz? Tabii ki edeplilerden. Her ne kadar bir Allah dost “Edebi edepsizlerden öğrendim. Yaptıklarını yapmadım” demiş ama o seviyede olana her gördüğü ve tecrübe ettiği zaten ibrettir. 
Yola yeni çıkanlar ve gençler, edebi hayatlarının süsü haline getirmiş, edepli olmayı önemseyen güzel örnekler bulup, onların kıyılarında, köşelerinde konuşlanmaya bakmalılar. Bu açıdan neyin edep olup olmadığını uzun uzun anlatmaya gerek olmadığını düşünüyoruz, çünkü edep yazarak, okunarak öğrenilecek bir şey değildir, görerek, tecrübe ederek ve hâllenerek edinilecek bir şeydir. Edep kitaptan değil, edepli insandan talim edilir.


Edep, bir kulluk borcudur. Edep, İslami ahlakımızın en bariz neticesidir. İnsan olmanın en önemli göstergesi, dünyada bulunuş gayemizdir. Biz edebi insanlık sıfatı olarak gören bir medeniyetin çocuklarıyız. Amacımız edepli insanlar olmaktan da ötedir. Amacımız edebin insanları olmaktır. Biz edepsiz bir hayat düşünemeyiz. Edebi önemsemeyen bir hayat ve dünya bize yabancıdır. Kalitemizi edepten aldığımız nasiple ölçeriz. Edepten nasibi olmayanların, hakikatten nasibi olmadıklarını düşünürüz.

 

Çocuklarınızla Konuşun

Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim. Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.' dedi. Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim. O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.'dedi. Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim. Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi. Heyecanla başladım anlatmaya. Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz ükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım.
Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde 'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye. 


Tamamı

30.11.2012

Anadolu da Karı Koca Yan Yana Yürümez



Anadolu Da Karı Koca Yan Yana Yürümez erkek bir adım önde giderdi bizim çocukluğumuzda. Hâlâ devam eden yerler vardır. Kadına değer verilmediği için karı kocanın yan yana yürümediği gibi bir izlenime sebep olan bu davranışın altındaki sebebi öğrenince şaşırmıştım. Savaş sırasında kocası cephede olan ya da şehit olan hanımlar yolda yan yana yürüyen karı koca görüp üzülmesinler diye hanımlar kocalırının yanında yürümeye çekinirlermiş. O zamandan kalan bir alışkanlık.

Fakat günümüzde o kadar bencil olduk ki olanı var olmayanı var diye düşünmüyoruz. Her mutlu anımızı insanlara göstermekten çekinmiyoruz. Söz fotoğrafı, nişan fotoğrafı, düğün fotoğrafı, bebek fotoğrafı, yemek ve sofra fotoğrafları, ailecek çekilmiş sohbet anı fotoğrafları…Bu fotoğrafları görmek isteyen yakınlara e-posta yoluyla gönderilebilir ama nedense facebook ve twitter gibi sosyal ağlarda daha çok kişinin görmesi için sergilemek tercih ediliyor.

Kaynak

27.11.2012

Tesettürlü Bir Hanımın Fotoğraflarını Paylaşması

Tesettürlü bir hanımın film artisti gibi poz poz fotoğraflarını en güzel gülüşünü, en çekici halini, en hoş fotoğrafını, en mayhoş bakışını paylaşması pek doğru gelmiyor. 
İşim gereği pek çok yerde fotoğraflarım çekiliyor. Röportajlar, radyo programı, imza günleri…gibi. Elimden geldiği kadar ciddi durmaya gayret ediyorum. Hiçbirini facebook ve twitter adreslerimde paylaşmıyorum. Gereksiz geliyor bana. Eğer bir yazının yanında bir haberin içindeyse mecbur paylaşırım ama bunun dışında paylaşmak pek gereksiz.

Yaratan “vakarınızla evlerinizde oturun” Ahzab,33 dedi, mümin kadınlarsa oturdukları yerlerden fotolarını dünyaya sunmanın yollarını buldular



  

Tamamı

20.11.2012

Çocuk Allah’ın Emaneti

Milli inanca ve töreye göre Osmanlı’da çocuk Allah’ın emaneti idi. Cenab-ı Hak bu emaneti rızkı ve sevgisiyle aileye ihsan etmiştir. Ailenin vazifesi ise bu emaneti hayırlı bir insan olarak yetiştirmekti. Doğan çocuklar farklı nesiller arasında şefkati, merhameti, sevgiyi, saygıyı, işbölümünü, sorumluluk hissini, iş sevgisini aile içinde gördükleri örnekler ile birlikte yaşayarak öğrenmişlerdir. Yaşlılar daima töreyi, tarihin tecrübelerinden süzülüp gelen terbiye metotları ile gençlere aktarmışlardır ve gençler çocuklarını yaşayarak ve yaşatarak bu prensipler içerisinde yetiştirmişlerdir. Osmanlı evinde edep, alçakgönüllülük, cömertlik, misafirperverlik gözle görülürdü. Çünkü bunlar tasavvuf terbiyesinin terk edilemeyen düsturlarıdır.

Çocuk dört yaş, dört ay, on günlük oluncaya kadar evde, mektebe hazırlanırdı. Mahalle mektebinde 7 yaşına kadar “öğrenmeyi” öğrenirdi. Kur’ân’ı Kerim tilaveti, ilmihal bilgileri ehil bir hocadan alınırdı. 7 yaşından sonra erkek çocuk ya mektebe giderdi ya da ilerde çırak olma, ev geçindirme sorumluluğunu tanırdı. Kızların da “ev idare etme” hazırlığında olması gerekirdi. Kızlar adab-ı muaşeret, dantel, nakış, örgü, dikiş gibi el işlerini evdeki büyüklerinden öğrenirlerdi.  Erkek çocuk için nasıl bir kazanma sorumluluğu varsa, kız çocuğun da mesut olma ve çevresini mesut etme hazırlığında olması gerekirdi. İnsanlarla hoş geçinmeyi, sabretmeyi, tahammül etmeyi bilmeli idi. İster kız olsun, ister erkek herşeyden evvel kul olduğuna inanmalı, Hak’tan gelene hamd edip şükrünü ziyade kılmalı idi. Çünkü Osmanlı hep Allah’a şükrederdi. Çocuk da bu gerçekleri görerek, işiterek ve de yaşayarak öğrenirdi. Ayrıca ev adabı ve sokak adabı birbirine ters düşmezdi, çocuğun evde aldığı terbiye, sokakta öğrendikleriyle takviye edilirdi.

Tamamı

16.11.2012

Kadın Erkek Eşit Değildir

Çağımız “Kavram Kargaşaları” çağı ne yazık ki. Müsrife cömert, iktisatlıya cimri, cahile cesur demek adet oldu. Yani insanlar artık neyin ne anlama geldiğini bilmeden konuşuyor. Eşitlik kavramı da böyle yanlış kullanılan kavramlardan. Kadın erkek eşit değildir diyorum ben. Kadın ve erkek ancak belli nitelikleri bünyelerinde taşıdıkları için ‘denk’ olabilirler. Denklik ve eşitlik farklı şeyler karıştırmamak lazım, matematikte de eşitlik(=) ve denklik (?)farklı işaretlerle gösterilir malumunuz. Denklik biliyorsunuz dinimizde de evliliğinin lüzum şartlarındadır.  Kanaatimce “kadın-erkek eşittir” mevzuu kapitalizmin metalaştırıcı zihniyetinin bir ürünü. Dinimizde buna rastlamak mümkün değildir. Bu “eşitiz biz” söylemi yüzünden eşler birbirini rakip olarak görmeye, zıtlaşmaya başladılar. Dolayısı ile evlilikler zarar görmeye başladı. Eşimin çalışmasını katiyen istemem. Nafaka temini erkeğin üzerine farzdır. Kadın da kendi farzlarını yerine getirmeli. Kadın erkeğin alanına girerse kadınlık alanı boş kalır ve doldurulamaz.

Mahir Orak (Avukat)

13.11.2012

İstanbullunun Özellikleri

.......
7. İstanbullu, iki öğün yemeği atlamış ve açlıktan başı dönmüş durumda olsa bile, sofraya sakin sakin oturur, sanki hiç aç değilmiş gibi ağır ağır sakin sakin yer. Gözlerini faltaşı, ağzını faraş gibi açıp çılgınca yemez. (İstisna: Bir yerde misafir ise ev sahibine hürmeten istiğnada ölçülü olur.)

8. İstanbullu oturduğu evin caddeye veya sokağa bakan balkonuna çamaşır asmaz. Kadın çamaşırlarını başkalarının göreceği yerde kesinlikle kurutmaz.

9. Genç İstanbullu toplu taşıma vasıtalarında yaşlılara, çocuklu kadınlara yer verir. Onlar ayakta iken kendisi kesinlikle oturarak seyahat etmez.
10. İstanbullu sokakta, meydanda, çarşıda pazarda açıkta yemez ve içmez.
11. Dondurmacıdan bir külah dondurma almış, sokakta herkesin arasında inek gibi yalayarak yiyor... İstanbullu böyle bir kabalık ve mürüvvetsizlik yapmaz.

12. İstanbul terbiyesine sahip kadın ve kızlar sokakta, toplu taşıma vasıtalarında, yabancıların arasında çıngıraklı kahkahalarla gülmez, hattâ dışarıda hiç gülmez.
Tamamı

7.11.2012

Osmanlı insanı cahil miydi?

"Beş yaşında çocuk eğitimden ne anlar?" diyenlere bir hatırlatma yapayım: Osmanlı'da ilkokula başlama yaşı dört ilâ altıdır. Bu zamana kadar çocuk ruhen eğitime hazırlanır, okula başlama günü geldiğinde de merasimle evinden alınır, bütün öğrencilerle, velilerle birlikte şarkılar, marşlar eşliğinde okula gidilirdi...

Buna "Âmin Alayı" denirdi.

İlkokul süresi dört yıldı. İlköğretim fakir çocuklara ücretsiz (artı iki öğün yemek, elbise ve cep harçlığı), varlıklı ailelerin çocuklarına ücretliydi.

Genel bir eğitim programı elbette ki vardı, ama her okul istediği konulara ağırlık vermekte özgürdü. Kimi musikiye, kimi lisana, kimi sanata, kimi din bilgilerine ağırlık verir, okullar vakıflar tarafından açıldığı için müfredat, vakıf sahipleri tarafından belirlenirdi.

Tamamı

5.11.2012

Osmanlı’da Çocukları İktisada Alıştırma

Çocukların iktisada riayet etmelerine de titizlik gösterilirdi. Bilhassa zamanlarını israf etmemeleri hep hatırlatılırdı. Çünkü boşluk insanı sıkıntıya sürükler, bu sebeple kızlar çeyizlerinin büyük kısmını kendileri hazırlardı. Osmanlı’da ev hanımları genelde dışarda çalışmazdı. 
Fakat evdeki üretimleri o kadar çoktu ki belki de aile bütçesine katkıları aynı idi. Salçalar evde yapılır, börekler, kurabiyeler evde hazırlanır, çarşı fırınına götürülüp pişirilir, elbiseleri anneler diker, küçülenleri ufak kardeşe göre yapar, örgü örerlerdi. Her şeyi nasıl en ucuza, en iyi şekilde mal edebileceklerini düşünürlerdi. O zamanlar tüketim değil, kanaat çağı idi.  
Osmanlı’da ailenin bütün fertlerinin kazandığı para tek elde toplanır ve ailedeki herkesin ihtiyaçları oradan sarfedilirdi. Ailenin masraflarını yapanlar, alışverişini yapanlar, o parayı en iyi şekilde harcayabilmek için bütün vasıtaları kullanırlardı.
  
Osmanlı “Allah müsrifleri sevmez” ifadesinin tesiri altında yaşadı asırlar boyunca ve bu Osmanlı’nın kazancıydı. Çünkü böyle bir hareket tarzı sorumluluğunu idrak etmiş insanların vasfını ortaya koymaktadır.

2.11.2012

Gururlu Kadınlarımıza Cevaplar

Sema Hanım, 
Daha öncede yazılarınızı okumuş ve almam gerekenleri almaya çalışmıştım hatta bir yazınız eşimle aramızda geçen bir tatsızlıkta bize ışık olmuştu.
Bir gün, eşim elinde bir kağıtla geldi ve yazınızı okudu hiç konuşmadan dinledim sanki bizim yaşadığımız tatsızlık ve benim yaptığım hataları yüzüme vuruyor ve doğru yolu da yanında gösteriyordu.
Okudu hiç yorum yapmadan, sadece dinledim, o da yorum yapmadan sadece okudu, okudu, okudu…

Ve yaşadıklarımızı anlatıyordunuz sanki ikimizin de hatalarını gösteriyordunuz. Yazı bitince hiç konuşmadan sadece sarıldık ve ağladık hatalarımızı görmüş ve utanmıştık çünkü.

O günden beri yazılarınızı takip ediyorum. 
Şimdi çok huzurlu ve mutluyuz ikimizde.


Size çok teşekkür ediyorum gösterdiğiniz yol için, eminim bir çok kadın kendine pay çıkartıyor ve mutluluğa giden yolda sizin gösterdiğiniz ışığı kullanıyorlardır, bu açıdan yaptığınız iş amacına ulaşıyor enim olun …bilin istedim sadece..

Sema Hanım teşekkür ederim, her şey için ve yazılarınız için ..
Hayat boyu başarı ve mutluluk sizinle olsun.


Hikmet bende değil. Kaynaklarım sağlam. Allah ve Resulunden daha doğru kaynak olabilir mi? Ben sadece bir vesileyim. Bu da benim için çok büyük bir nimet ve şereftir. Rabbim kıymetini bilmeyi nasip etsin.   


Tamamı

1.11.2012

Güzel Geçimin Sırrı Biraz da Veliler Gibi Düşünmede Saklıdır

Untitled
Büyük veli İmam Şa’rani (k.s) bir kişiye,
 “Sen eşinin doğru, güzel huylu ve ahlaklı olmasını istiyorsan, kendin yüce Allah’a karşı doğru olmaya bak. Birçok insan bunu bilmediğinden kendi nefsinin huylarına bakmaz. 
Eşinin ahlakından şikayet eder. Eğer bu inceliği bilmiş olsalardı önce kendi kusurlarına bakar, onları düzeltirlerdi ve böylece eşlerinin kötü ahlakı da kendiliğinden düzelmiş olurdu” buyurur. 


29.10.2012

Oyuncak Bebekler Sadece bir Oyuncak mı?

Hepimiz biliyoruz ki, oyuncak kız bebeklerin çoğu ‘oyuncak bebek’ değil aslında ‘oyuncak yetişkin’dir. Kızlarımıza ‘bebek’ diye aldığımız bu oyuncaklar kıyafetleri, yüzleri ve ayakkabıları ile bir yetişkin görünümüne sahiptir. 
Sizce, neden böyle bir tercih yapılmıştır? Küçük ebatlı yetişkinleri çocuklara bebek olarak sunmaktaki amaç nedir? Yoksa bu adım, küçük kızlara yetişkinlikte sahip olmaları gereken kültürü pazarlamanın bir yolu mudur?

Oyuncak kız bebekleri genelde mini etek giymektedir. Üstelik bu bebeklerin iç çamaşırları yoktur. Mini etek, neden özellikle bu bebeklerde tercih edilmektedir? Yoksa yetişkinlikte giymeleri beklenen kıyafetler şimdiden çocuklara aşılanmakta mıdır? İç çamaşırsız bebeklerin, çocuğun mahremiyetini, cinselliğini nasıl etkilediği araştırılmış mıdır?
Kız oyuncak bebekleri nedense hep sarışın, mavi gözlü, düz ve uzun saçlıdır. Siyah tenli, çekik gözlü, kısa boylu, siyah saçlı ve kahverengi gözlü bebekler neden yoktur? Yoksa bu bebekler, oyuncak olmanın ötesinde kendileri gibi olmayanları ötekileştirmenin, ezik hissettirmenin ilk adımı mıdır?

Kız çocukların gittikçe artan daha ‘zayıf görünme kaygısı’nı tetikleyen faktörlerden biri de oyuncak kız bebekleridir. Developmental Psychology dergisinde yayınlanan makalesinde psikolog Helga Dittmar ve iki arkadaşının yürüttüğü araştırma dikkat çekiyor. 5-8 yaş arasında 162 çocuk üzerinde yapılan araştırmada ‘Barbie bebek’lerle oynayan kızların, normal ölçülü bebeklerle oynayanlara göre vücutlarından daha fazla mutsuz olduğunu tespit ediliyor. Göz göre göre kızlarımızı bir beden ölçüsüne hapsetmeye kimin hakkı var?

Tamamı

25.10.2012

Başkaları Yüzünden

broken heart
“Niye katlanıyorsunuz bütün bunlara? Sizin durumunuzda ben olsam şimdiye çoktan ayrılmıştım.” dedi.
“Kocamı seviyorum. Yiyecek, giyecek bir şekilde bulunuyor ama eşimin yerini hiçbir şey tutmuyor.”
“Bilmiyorum seninki mi doğru benimki mi? Ben hamileyken gece canım erik istedi de eşim almadı diye kıyameti koparmıştım, sen açlığa dayanıyorsun. Ben ıvır zıvır sebeplerden eşimden ayrıldım; sen bana göre ciddi sorunların olduğu halde, bir gezme özgürlüğün bile yok, evliliğini devam ettiriyorsun.”
“Özgünlük sizi mutlu ediyor mu? Mutlu musunuz?”
Hostes cevap vermedi, bir müddet.
“Değilim, hem de çok mutsuzum. Çocuğumu babasız büyütüyorum, eşimi de çok özlüyorum. Tekrar denesek mi diye de çok düşündüm ama aynı şeyleri yaşamaktan korktum.”
“Benim gibi ‘Eski kavgaları yapmayacağım, her şeyi kafama takmayacağım, başkaları yüzünden kocamı kırmayacağım…’ diye karar verirseniz aynı şeyleri yaşamazsınız. Yalnızlık zor. Özgürlük bir eş gibi sizi gece sarıp sarmalamıyor, ısıtmıyor, öpmüyor. Tam aksi oradan oraya savuruyor. Gökyüzündeki kuşlar bile yalnız uçabileceklerken çoğu zaman birlikte uçuyorlar.”
“Haklısın galiba, bugün canım çok sıkkındı, gece rüyamda eski eşimi görmüştüm, onu ne çok özlediğimi düşünüyordum. Karar verdim, uçaktan iner inmez arayacağım, yeniden yeni adımlarla deneyeceğim.”
Tamamı

16.10.2012

Evliliği Ne Bitiriyor ?

“Ne aldatma, ne şiddetli geçimsizlik ne de aşkın bitmesi. ABD’de yapılan araştırma boşanmaların büyük çoğunluğunun ‘dırdır’dan kaynaklandığını ortaya koydu.
New yorkta bir merkezde Davranış Bilimleri ve Psikoloji Bölümü Başkan Yardımcısı olan Scott Wetzler, bu açıklamayla birlikte “kadınlar neden ‘dır dır’ eder? sorusuna da şu yanıtı veriyor: “Karşısındaki kişilerden istedikleri şeyi alamayacağını düşünen kadınlar, bu kez düzenli bir şekilde ısrar ederek bunu gerçekleştireceklerine inanıyorlar. Aslında bu bir kısır döngü. Çünkü ‘dır dır’ her şeyi başa döndürüyor.”

Batı, baktı aile kurumu çöküyor, kadınlara verilen gazları çekmeye başladı. Kadınları erkeklerle eşit yapmaya uğraşırken, ne kadar kavgacı yaptıklarını daha yeni fark ettiler, geçmiş ola. Şimdi batı; başarılı, kariyer sahibi, yalnız ve mutsuz kadınları aile yuvasına sahip çıkmaya çağırıyor. “Susun” diyor kadınlara “biraz susun” “gitmez bu evlilik hayatı erkeklerle böyle kavga ederek” diyor.
Fakat kadınların çoğu, kavganın bunca zararına rağmen “susun” diyeni sevmiyorlar. Nerde kavgayı kışkırtan varsa, onu dost zannediyorlar. Ağaçtan düşmüş yaralı bir kuş gibiler, dostu düşmanı ayırt edemiyorlar, yardım etmek isteyeni gagalıyorlar.
Hayat kullanım kılavuzumuz, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerîm de bize “Evin reisi erkektir; iyi kadınlar eşlerine gönülden saygı gösterenlerdir.” (Nisa 34. âyet ) buyururken mutluluğun reçetesini de vermiş zaten Yaradan.

Sevmek Bu Kadar Güzelken
S.143

2.10.2012

Neyin Peşinde Koşuyoruz?


Bugün sizlere ilginizi çekeceğini düşündüğüm, ibretlik, gerçek hayattan iki olay anlatacağım:
İlkini altmış yaşlarında bir hanım anlattı bana. 65 Yaşındaki kocası 30 yaşında bir hayat kadınına tutulmuş; ona ev açmış, nikah kıymış. Karısı olayın şokunu atlatmadan hayat kadını ona her gün telefon açmaya başlamış. “Kocan beni seviyor, sende yüz yok mu çek git, o bana nikah kıyacak.” diye. Kocasının böyle bir şey söylediği yok fakat diğer kadın resmi nikah peşine düşmüş. Kadın “Kocamı çok seviyorum, bu yaştan sonra niye bırakayım.” diyor. Konu maddiyat değil. Kadının kocasının da oğullarının da maddi imkanı çok iyi. Kadın yıllarını paylaştığı kocasını bırakmak istemiyor. Kocası da zaten ayrılmak istemiyor. Adam bir gün orada bir gün burada bir düzen tutturmuş. Diğer kadın telefon açıp rahatsız etmese kadın da durumu kabullenmiş. Fakat her telefonla birlikte kadıncağız yeniden üzülüp gözyaşı döküyor.
Velhasıl ailece oturup düşünüyorlar, ne yapabiliriz, diye. Evlatlarının aklına babalarını umreye göndermek geliyor. Adam kaç kez hacca gitmiş, umreye gitmiş ama bir ümit belki; mübarek yerleri görürse kadını unutur, diye zorla göndermişler. Neyse adam umreye gitmiş gelmiş. Bütün aile karşısına oturmuş, adamın gitmeden önce yaptıklarından dolayı ne kadar pişman olduğunu anlatmasını, o kadını unuttuğunu söylemesini bekliyorlar.
Devamı

1.10.2012

Sevgi Sözleri Muhabbeti Artırır

Efendimiz (s.a.v) evliliğinde ve sosyal hayatında tatlı ifadeleri sık kullanır, hoş lakaplar takardı. Annemize “Aiş” (Ayşecik), Humeyrâ (gülyüzlü) diye seslenmesi bunun güzel örneklerindendir. Karşımızdakine güzel ve hoş sözlerle yaklaşmanın önemini Mehmet Amca’nın şu samimi itirafları da açık bir şekilde gösteriyor: “Evladım, ben 85 yaşımda olmama rağmen hâlâ park, bahçe gezebiliyor olmamı eşime borçluyum. Bu kadın bana, bir çocuğa bakar gibi baktı. Ben ilaçlarımı ihmal ettikçe öyle sevgi sözleri, öyle tatlı hitaplar bulurdu ki… İlk günlerde direnmiş olsam da sırf onun bu muhabbeti karşılıksız kalmasın diye sevmediğim hapları yutardım, iğnelerimi yaptırırdım.”

Sevgi ve takdir uyandıran hitapların sihirli gücünden, evliliğini güzelleştirmek isteyen her eş faydalanabilir. Fakat bunun tam tersi acı ve nefret dolu sözleri evlilik sözlüğümüzden çıkarmamız gerekiyor. Psikologların DDK (dur, düşün, konuş) dedikleri yöntem doğrultusunda pişman olunacak sözlerden uzak durmak ve aradaki saygı bağını zedelememek sevgiyi bitirmeme adına çok önemli.

Tamamı

15.08.2012

Osmanlı Tarihindeki Meslekler 2

Sucu
Eski zamanlarda hemen her evin bir kuyusu vardı. Ancak içecek su uzaktan getirilirdi. Sucu ya da saka, şehir ya da kasabada su taşımacılığıyla uğraşırdı. Pınar ya da çeşmeden aldığı suyu hanelere sevk ederdi. Limonatacı ve şerbetçi gibi, özellikle yaz aylarında sokakta bardakla su satan seyyar satıcılara da sucu denirdi.

Erikçi
Osmanlı çoğu kez kendi bağ, bahçe ve bostanındaki meyveyi tüketiyordu. Ancak kentleşme kimi meyvelerin pazara çıkmasına neden oldu. Meyve genellikle mahallelerde haftanın belirli günlerinde kurulan pazarlarda müşteri bulurdu. Sokak satıcıları özellikle turfanda meyve satarlardı. Seyyar erikçinin pazarladığı turfanda erik, yazın yaklaştığını müjdelerdi.
Şerbetçi
Meşrubat sektörünün gözdesi şerbetti. Meyve özü, su ve şeker karışımı bu içecek ya da şurup, yaz aylarında kent insanının serinlemesine vesile olurdu. Ayrıca misafirlere şerbet ikram etmek de adettendi. Şerbetçi dükkanları olduğu gibi, seyyar şerbetçiler de müşteriye hizmet götürürlerdi. Özellikle seyyar demirhindiciler, İstanbul’a İzmir’den gelirlerdi.

Kozacı
İpekli kumaş üst gelir gruplarınca tüketilirdi. Osmanlı ipeklisi yurtdışında da büyük beğeni kazanmıştı. İpekli üretiminin ham maddesi ipek böceği kozası, dokuma sektörünün temel girdilerinden biriydi. Bursa ve çevresinde yaygındı. Kozacı, koza ticaretiyle uğraşırdı. Koza üreticisiyle ipek imalathaneleri arasındaki ticareti yürütürdü.
 Salepçi
Salepçi dünün seyyar muhallebicisiydi. Ancak muhallebi pazarlayan seyyar satıcılar da vardı. Salep yumru köklü bir otun dövülmesiyle elde edilen beyaz tozun, şekerli süt ya da su ile kaynatılmasından elde edilirdi. Özellikle kış aylarında bozacılar ve salepçiler müşterinin ayağına hizmet götüren seyyar satıcılardı.

10.08.2012

Erkeği Yönetmek

"Yönetmek" bir anlamda "yönlendirmek"tir. Kadının erkek-
ten beklentilerini gerçekleştirmesi ve eşinden gönlünce istifade edebilmesi onun üzerinde etki sahibi olabilmesine bağlıdır.
Çoğu kadının, erkek karşısında bulunmak istediği konum
da bu değil midir: "Erkeği üzerinde etkili olmak!"
İşte bunu yapabilmek için, erkeğe tesir etmenin, yani bir anlamda onu yönetmenin püf noktaları iyi bilinmeli.
Konuyu iki başlık altında ele almak gerek;


II. Eleştirmeyin! "Gözünden gönlüne, gönlünden cebine giden
yolu takip edin!"
Dünyanın en güzel kızı da olsanız, sürekli bir şeylerden şikayet edip duruyorsanız erkeğin gözünde cazibeniz kalmaz. Sizinle birliktelik ona sıkıntı vermeye başlar.
Dişiliği örten ve erkek açısından sıkıntı verici bir durumdur
bu! Sadece çocuklara bakan ve de hizmet eden biri durumuna
düşmek istemiyorsanız şikayeti, sitemi ve tartışmayı unutmalısınız. Amaç bir şeylere varmaksa bu yollarla olmaz! Olur gibi
görünse de tadı kalmaz.
Tarih boyunca eleştiren, tartışan bir kadının amacına ulaştığı görülmemiştir.
Maksat bir şeyler elde etmekse, bu erkeğin üzerindeki olumlu etkilerinizle mümkün olacaktır. Tartışma ve eleştiri ise, hemen her zaman en itici davranışlardır.
Bu yollarla onu etkileyemezsiniz.
Erkeğin cebine giden yol gönlünden geçer! "Gözünden gönlüne, gönlünden cebine!" En etkin yol budur!
Onun karşısında kendinizi savunmayın
Erkekler, yakınlık duydukları kadınlarla ilgili olarak "sahiplik" duygusu geliştirirler. Bu duygu "eş" olarak benimsedikleri kadına karşı zirveye çıkmıştır. Artık o kadın, onundur, ona "ait"tir.
Kendisine ait ve oldukça önemli (değerli, kıymetli) olarak
gördüğü herhangi bir şey ile kendi arasında görmek istediği sadece "bütünleşme"dir.
Erkek, kendisine ters gelen tüm tavırları, "bütünlük" hissini
tehdit edici bir durum olarak algılar.
Bu psikoloji ile, karlısındaki kişinin haklı çıktığını görmeye
tahammül edemez ve uzaklaşmak ister.
Siz, sizden ruhen ya da bedenen uzak birisi üzerinde nasıl etkin olabilirsiniz ki?! istemeyeceğiniz bir şeydir.
Etkili olmak isteyen bir kadın, onu kendini savunmak gibi
zor bir durumda bırakmaz. Bu nedenle de hesap sormaz. O,
karşısındakinin hesabını öğrenmeye çalışmaktan çok kendi hesabını yapmasının mantıklı olacağını bilir.
IV. Erkeğinizi, size karşı kendini savunmak zorunda
bırakmayın
Onun karşısında kendinizi savunmanız ne kadar yanlışsa,
onun da sizin karşınızda kendisini savunmak zorunda kalması
o kadar kötü bir durumdur.
Bir erkeğin hemen hemen hiç beceremediği şey, eşine ya da
bir kadına karşı kendini savunmaktır. Bu, erkeklerin kadına ve
evliliğe bakışına da ters düşer.
"Size ait" birine ya da bir şeye karşı kendinizi savunacaksı-
nız! Mantıksal açıdan çok ters bir iş!
Onları böyle bir konumda bırakmamalı; çünkü, bunu bece-
remediklerini görünce bocalarlar. Ezilir büzülürler ya da bastır-
maya çalışır, azar, bağırıp çağırıp çekip giderler. Bu ise sizin hiç
istemeyeceğiniz bir şeydir.
Etkili olmak isteyen bir kadın, onu kendini savunmak gibi
zor bir durumda bırakmaz. Bu nedenle de hesap sormaz. O,
karşısındakinin hesabını öğrenmeye çalışmaktan çok kendi he-
sabını yapmasının mantıklı olacağını bilir.
V. Etkili olmak için az konuşup çok dinlemek gerek!
Çoğu zaman konuşmaktansa dinlemek avantajdır.
Erkek, bir şeyler anlatmaya başladığında, yaptıklarının ya da
yapmak istediklerinin doğruluğunu veya yanlışlığını öğrenmek
için anlatmaz. Onun istediği onaylanmaktır.
Abuk sabukta konuşsa onu dinlemeniz sizin için büyük
avantaj olacaktır.
Başkalarının kolay kolay göstermeyeceği sabrı göstermeniz,
onda mutluluk hissi uyandıracaktır.
Eğer, üzerinde konuştukları, yapılacak işlerle ilgili ise, bel-
ki sadece; "Şunu da düşündün mü?" "Şöyle de olabilir mi aca-
ba?" denebilir.
Yanında mutlu olduğu birini bulmuş olmak ne büyük bir
şanstır.
İtiraz etmez, dinler, takdir eder; gerekirse teselli eder, moral
verirseniz sizden iyisi yoktur

4.08.2012

Osmanlı Tarihindeki Meslekler

Dondurmacı
Seyyar dondurmacılar, Uludağ gibi uzak yörelerden getirilen kar ya da buz içinde döndürülerek buz haline getirilen limonata, şerbet ve şekerli sütü yaz aylarında pazarlarlardı. Hıdrellez günü mutlaka dondurmacılar meydana çıkarlardı. Limonlu, vişneli, kayısılı, çilekli ve kaymaklı türleri revaç bulurdu.

Süpürgeci
Ev ekonomisinde temizlik aracı süpürgeydi. Günümüze oranla dünün sokaklarının toz toprağı boldu; yağışta çamur deryasına dönerdi. Süpürge çer-çöpü görüntüden kaldırsa da, dünün evi günlük temizlik yapmayı gerektiriyordu. Hemen her gün yerler nemlendirilir, ev süpürülür, etrafın tozu alınırdı.
 Seyyar Kürdan Satıcı
Sokak Berberi

1876’ya kadar, çarşı-pazarları, selâtin cami avlularını ve zaman zaman mahalle aralarını dört dönen berberlerin ayaklarının çıplak ve kollarının sıvalı olması gerekirdi. Bu şekilde müşteri, berberin ellerinin ve ayaklarının temiz olduğunu görebilirdi. Berberler ayrıca diş çekerler, sünnetçilik ve hacamatçılık yaparlardı.

2.08.2012

Neler Sadakadır?

Allah rızası için yapılan her iyilik, sadakadır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

Kendine ve çoluk çocuğuna harcadıkların birer sadakadır. 
Beyheki
Her iyilik, sadakadır. 
Tirmizi
Güzel söz, sadakadır.
İ. Ahmed    
Güler yüzle selam vermek, sadakadır. 
Beyheki
Din kardeşine güler yüz göstermek, sadakadır.
Tirmizi
Bir ağaçtan yenilen veya çalınan şeyler, o ağacı diken için sadaka olur. 
Müslim
Birine iyi şeyler öğretmek, kötülük yapmasını önlemek, sorana yol göstermek, sokaktaki zararlı şeyleri temizlemek, birer sadakadır.
Tirmizi
Herkesin eklem yeri kadar sadaka vermesi gerekir. Sübhanallah, Elhamdülillah, La ilahe illallah veya Allahü ekber demek, birer sadakadır. İyiliği tavsiye etmek, kötülüğe önlemeye çalışmak, birer sadakadır. İki rekât kuşluk namazı kılmaksa, bütün bunları karşılar. 
Müslim
Emr-i maruf, nehy-i münker yapmak sadakadır.
Müslim
Müdara etmek sadakadır. 
Deylemi  
Ölümü hatırlamak sadakadır. 
Deylemi
Camiye giderken atılan her adım da bir sadakadır. 
İ. Ahmed
Borçlu fakire, ödemesi için mühlet verenin, her günü, bir sadaka olur. 
Taberani
Yolunu kaybetmişe yol göstermek bir sadakadır. 
C. Sagir
Zevcine hizmet sadakadır.
Deylemi 
Nikâhlısıyla beraber olmak sadakadır. 
Müslim
Haramdan sakınanla, istişare etmek sadakadır. 
Deylemi
Ödünç vermek bir sadakadır. 
Taberani 
Selam vermek sadakadır. 
Buhari

Kaynak

30.07.2012

Herkes Her Şeyden Hevesini Almaya Kalkarsa!!

Konuya bir Nasreddin Hoca fıkrası ile başlamak istiyorum.
"Nasreddin Hocanın, büyük boynuzlu, koca bir öküzü varmış. Karısına dermiş ki:
'Ah hatun, şu öküzün iki boynuzunun arasına otursam da dolansam ne kadar keyifli olurdu.'


Bir gün öküzün yere eğilmesini fırsat bilen hoca, öküzün iki boynuzunun arasına oturuvermiş. Ama öküz hemen kalkıp hocayı yere vurmuş. Hocanın aklı başından gitmiş. Bir süre sonra kendine gelip, gözünü açıp bakmış ki karısı başında oturmuş ağlıyor.
-Ağlama hatun, çok zahmet çektim; ama hevesimi aldım, demiş."


-Kıssadan hisseyi anladım.
- Bazı heveslerin sonu felaketle de sonuçlanabilir. Herkes her şeyden hevesini almaya kalkarsa dünya yaşanmaz olur. Hoca yine ucuz kurtulmuş. Bu bir öküz değil de kadın meselesi olsaydı bu kadar ucuz kurtulamazdı.


Muhabbet Olsun Kitabında S.191

Bunlarda İlginizi Çekebilir

Blog Widget by LinkWithin