30.07.2012

Herkes Her Şeyden Hevesini Almaya Kalkarsa!!

Konuya bir Nasreddin Hoca fıkrası ile başlamak istiyorum.
"Nasreddin Hocanın, büyük boynuzlu, koca bir öküzü varmış. Karısına dermiş ki:
'Ah hatun, şu öküzün iki boynuzunun arasına otursam da dolansam ne kadar keyifli olurdu.'


Bir gün öküzün yere eğilmesini fırsat bilen hoca, öküzün iki boynuzunun arasına oturuvermiş. Ama öküz hemen kalkıp hocayı yere vurmuş. Hocanın aklı başından gitmiş. Bir süre sonra kendine gelip, gözünü açıp bakmış ki karısı başında oturmuş ağlıyor.
-Ağlama hatun, çok zahmet çektim; ama hevesimi aldım, demiş."


-Kıssadan hisseyi anladım.
- Bazı heveslerin sonu felaketle de sonuçlanabilir. Herkes her şeyden hevesini almaya kalkarsa dünya yaşanmaz olur. Hoca yine ucuz kurtulmuş. Bu bir öküz değil de kadın meselesi olsaydı bu kadar ucuz kurtulamazdı.


Muhabbet Olsun Kitabında S.191

27.07.2012

Çok Rahatız Ya Rabbim!!!


Burmalı Kız Acıyla Haykırdı: Kurtarın Bizi

Işıkları yakmamızla birbirlerine sıkıca sarılmış. 25 Arakanlı Müslümanla göz göze geliyoruz. Bir feryat kopuyor. Bizleri karşılarında görünce hüngür hüngür ağlamaya başlıyorlar. 65 yaşındaki Aminabibi ayaklarıma kapanıp sıkıca sarılıyor: "3 torunum 4 oğlum öldürüldü. Ne olur bizi bu zalimlerden kurtarın. Bize ramazan ayını zehir ettiler. Allah rızası için bize yardım edin" diye feryat figan ediyor.
Hemen yanında 13 yaşındaki Roksina. O herkesten daha fazla ağlıyor. Ellerime yapışıyor. Bütün ailesini Arakan'da bırakmış. Babası tecavüz edilir korkusuyla kaçmaya çalışan gruba dahil etmiş. Arakanlılar beraberimizde götürmemiz için bana teslim etmeye çalışıyorlar. 
Ancak gruptakilerin hepsinin Bangladeş'e gideceğini söyleyerek kabul etmiyoruz.
Gürültümüzle birlikte kıyımızda hareketlilik oluyor. Burma kıyılarından biri telefonla mihmandarlarımızı ikaz ediyor. Çok acil ayrılmamız gerektiği Burma askerlerinin geldiği söyleniyor.
 Apar topar Arakanlı Müslümanları ayrı bir tekne ile bölgeden çıkarıyoruz. Onlar farklı yöne, biz farklı yöne hareket ediyoruz.  

Tamamı Kaynak


26.07.2012

Düşünceli Masumlar


Baba olduktan sonra göreceksiniz ki, kendi mutluluğunuzdan çok, çocuğunuzun mutluluğu ile mutlu olabilirsiniz.














Bir baba yüz evlada bakar da, yüz evlat bir babaya bakamaz.

24.07.2012

Ramazan Davulu


Bediüzzaman, İslâm'a, imana yararı olan en küçük şeye de ehemmiyet verirdi, Bu çerçevede, Ramazan davulcusuna, "İslâmî şeairi ilân ediyor." nazarıyla bakar ve para verirdi.


Başkasının Günahına Ağlayan Adam   

Padişahın Çocuk Eğitimine Dair Fermanı

Dinimiz, bülûğa ermeden önce çocuklara dinî ve dünyevî bilgilerin verilmesini emretmektedir. Ecdadımız buna çok dikkat ederdi. Bunun en güzel örneğini, Sultan II. Mahmud Hân'ın, ülkenin her tarafına gönderdiği bir ferman teşkil eder. Bu fermanda şöyle deniyor:
          "Dinî vecibeleri öğretmek ve seçeceği mesleğin bilgilerine sahip kılmak babaların çocuklarına karşı ilk vazifesidir. 
Ne yazık ki, bir zamandan beri birçok ana ve baba bunu unutarak, çocuklarını daha beş-altı yaşında kazanç hırsı ile sanat sahiplerinin yanına çırak olarak veriyorlar veya başıboş bırakıyorlar. Çocukluk çağında câhil kalanlar ise, bülûğ çağlarında hem kendileri için, hem de memleket için dert oluyorlar. Bu, iki dünyada cezâyı gerektiren bir ihmaldir.  
Sizlere emrediyorum ki, bu ferman elinize değdiği anda, bölgenizde 6 yaşını bitirmiş ne kadar çocuk varsa bunları tesbit ediniz! 
Mevcut mahalle mektepleri yetmiyorsa bina ve hoca bularak mektepsiz çocuk bırakmayınız! Mektep çağında olduğu hâlde bu çocukları yanlarına alıp çalıştıranların şiddetle cezalandırılacaklarını ilân ediniz!  
Anasız ve babasız olanlarla, okumaya gücü yetmeyenlerin tahsilini devletin temin edeceğini ilân ediniz!.."
          Bu ferman, 1854'de Sultan Abdülmecid Hân ve 1873'de Sultan Abdülaziz Hân tarafından da tekrarlanmıştır.

23.07.2012

Osmanlı’da Hiç Kimse Sokakta Tanışıp Evlenmezdi

Sevgiye dayalı Osmanlı ailesi nasıl kuruluyordu? 
Belirli yaşa gelen kızı ve delikanlıyı evlendirmek için herkes seferber olur, bu büyük sevap sayılırdı. Osmanlı’da evlenme adabında çocuklar birbirlerini seçip beğenmezlerdi. Osmanlı’da hiç kimse sokakta tanışıp evlenmezdi. Bu görev anne ve babanındı. Anne ve babalar çocuklarına kimin uygun olacağını yakından bilirlerdi. Baba, damat namzetini görürdü, anne de gelini. Genelde gelinle damat birbirlerini görmeden anneleri ve babaları tarafından evlendirilirlerdi ve nikâh oluşurdu. Osmanlı’da evlilik müessesesi mutlak bir devamlılık ifade ederdi. Üstelik ayrılık bir “boş ol” kelimesiyle sağlanabilmesine rağmen herkes evliliğin bir kader olduğunu bilirdi. Kaderine düşene razı bir aile düzeniydi. Karşınızdakinin kusurlarını görmemezlikten gelmeyi başarırsanız, mutlaka evlilik düzeni güzel standartlarda devam eder. Osmanlı bu sırrın sahibiydi.
  
Osmanlı aile dizaynı, sevginin, saygının, insanların birbirlerine karşı olan davranışlarındaki güzelliğin korunduğu, devam ettirildiği, Allah’a has bir aile. Osmanlı’nın aile, mahalle, şehir hayatı, hoş bir nostaljinin ötesinde insana insan olmanın zevkini ve keyfini doyasıya yaşatan hazine cevheri âdeta. Osmanlı ailesinin arkasında sadece bir tek sır var: İş yapanın, yaptığı işi Allah için yapmanın hazzını duyması, bu hazzı duyarken de sorumluluğunu yaşaması.
HAZZ VE SORUMLULUK…

22.07.2012

Edeb Yâ Hû

Müslüman Türk çocuğunun daha doğuşundan itibaren ince, nâzik ve zarif bir dünyası vardı. Büyüklerinin önünde sigara, kahve içmediği gibi, bütün hareketleri temkinli, ölçülü ve hürmetkâr olurdu. Yüksek sesle konuşmaz, kahkaha ile gülmez, bacak bacak üstüne atmaz, sözü daima büyüklere bırakırdı.  
Büyüklere, yalnız sokaktan geldiklerinde değil, odadan her çıkış ve girişlerinde ayağa kalkarlardı. Kendileri de, yâni gençler de odadan çıkarken geri geri çıkarlardı. 
Bu pâdişah sarayında, sultan ve şehzâde saraylarında olduğu gibi, en kuytu ve mütevâzi, fakat hâlis Müslüman Türk’ün evinde de böyle idi. Evlâtları anaya, babaya “sen” demezler, “siz” diye hitap ederlerdi. Hatta, büyük ağabeye, ablaya da “siz” diye hitap ederlerdi.
Karı-koca arasında da “sen” denmez, “siz” denirdi ve zinhar birbirlerini isimleri ile çağırmazlar, “hatun, hanım” veya “kadınım” derlerdi. Hanımlar da zevclerine “efendi, bey” veya “molla bey” derlerdi. Hanımın gıyâbında hanımdan bahsederken beyler de “ayâlim, halîlem” veya “refîkam” derlerdi. İkinci Meşrutiyetten sonra “fa-milyam” denmeye başlandı ise de, bu pek âdî bir tâbir idi ve çok sürmedi. 
Ayaşlı, s. 11-12

19.07.2012

MeşinTop

Dün, günlerden pazardı. Muharririn cuması veya pazarı olmadığına göre, akşama kadar mıhlı kaldığım işimden ayrılmış, kurşun gibi ağır bir kafayla, evime dönmek üzere vapur iskelesine gelmiştim. Vapura vakit vardı. 
Köprü altındaki birhamal kahvesine girip bir kahve içeyim dedim. Kafam kurşun gibi ağır, dudaklarımda nohut lezzeti, güderimin önünde  sigara bulutları, denize doğru bakarken, Kadıköyü taraflarından gelen bir vapur gördüm. Vapur batacak kadar yana yatmıştı. Kaptan kamarasının tepesine ve direklerin şapkasına kadar, insan üstüne insan... Hiçbir zaman bu kadar müthiş bir kalabalıkla sulara açılmış bir vapur görmemiştim.

Manzarayı hayretle arkadaşıma gösterdim.
-Hayrete değmez, dedi, bugün Kadıköyünde maç vardı. Galatasaray- Fenerbahçe maçı... Oradan dönüyorlar herhalde...

Vapur yaklaştı. Vapurdan, tâ Merih yıldızına kadar yükselen nizamlı bir çığlık tütmeye başladı:
-Şa, şa, şa, Fenerbahçe çok yaşa!!! Şa, şa, şa!!!

Nizamlı çığlık, Yedikuledeki evinde (Lahavle) çeken ihtiyar mütekaidi bile yerinden zıplatacak şekilde buram buram yayılırken, birtakım genç adamlara millî bayramların en mefkûrevisi kadar, belki daha fazla heyecan veren kahraman meşin topu ibret ve dehşetle selâmladım.

Kahraman meşin top!

Fikir, sa'nat, hayat, mefkûre, herşey sana kurban!..
Şa, şa, şa, meşin topum bin yaşa!..

15 Kasım 1943 /  Çerçeve 2, 
Sayfa 292

Necip Fazıl Kısakürek

8.07.2012

Flörtsüz evlilik olmaz mı?

Flört dönemi, gerçek beraberliği çoğu zaman aksettirmez. Eğer flört, gerçek hayatın aynısı olarak yaşanabilse, belki evliliğin nasıl gideceğine dair ipuçları verebilir, ama bunun da başka bedelleri vardır malûm. Bildiğimiz anlamdaki flört, yani arada sırada görüşüp gezmek, sohbet etmek ise, aslında gerçek hayatta olunandan farklı bir kişiliğin sergilendiği bir dönemdir.

Örneğin kişi günün yirmi üç saati tek başına, sessiz ve sakin bir hayat sürüyor, biriken sohbet ve gezme ihtiyacını günde bir saatlik buluşmalara saklıyorsa, o bir saatte çok konuşkan, canlı, eğlendirici biri gibi davranabilir. Ve “çıktığı” kişi de canlı, atak, sosyal insanlardan hoşlanıyorsa onun gözüne hoş görünebilir.


Ama iş evliliğe gelince, o hareketli görünen kişinin günde ancak bir saat gezmeye ve sohbete tahammül edebildiği, aslında çok durgun ve sakin bir hayatı sevdiği açığa çıkar ve sürtüşmeler başlar.


Ben üç-dört yıl flört edip birbiriyle çok iyi anlaşan, ama evlenince birkaç ayda hayal kırıklığı yaşayan nice insanlar gördüm. Evlilik hayatı başlayınca “Reklamları izlediniz, şimdi haberler” anonsu yapılmış gibi olur.


“Peki, flört bile olmadan evlenilecek kişi nasıl seçilebilir?” diyebilirsiniz. Aslına bakarsanız bir insanın, karşısındaki kişiyi tanıması o kadar da uzun bir zaman gerektirmez. Yapılan araştırmalar özellikle kadınların, karşılaştıkları kişiyi ilk üç dakika içinde değerlendirip kategorize edebildiğini göstermiştir.


Dikkatli bir insan için yüz hatları, mimikler, ses tonu, konuşma biçimi, hatta kullanılan kelimeler bile kişiliğe dair önemli işaretler taşır. Ve özellikle hanımlar bu tip işaretleri çok iyi değerlendirirler.


Mesela karşınızdaki kişiye “Hava bu gün ne güzel, değil mi?” diye sordunuz diyelim. Hepsinden de ayrı bir kişilik yapısına işaret eden çeşit çeşit cevaplar alabilirsiniz.


– Gerçekten harika bir hava var, insanın içi coşkuyla doluyor. (Canlı, iyimser.)

– Böyle havaları çok mu seversin? (Karşısındakiyle ilgilenen.)
– Hı hı. (Kontrollü ve ketum.)
– Haklısın, çok güzel, değil mi? (Uyumlu, paylaşımcı.)
– Esas üç gün önce çok daha güzeldi. (Geçmişte yaşayan.)
– Yaa, bu güzel havada eve tıkıldık işte. (Şikâyetçi, karamsar.)


Bakın, bir tek cümleden ne kadar çok ipucu çıkartabiliyorsunuz. Yeter ki ona iyi bakın, dikkatli dinleyin ve ipuçlarını değerlendirin. (Dr. Yusuf Karaçay)

2.07.2012

Edep

Konuş ya Cüneyd

Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, hocası hayatta iken, edep olarak, tam 30 yıl dinden bahsetmemişti, yani ortaya çıkıp da vaaz ve nasihat etmemişti. Bir gün rüyasında Resulullah efendimizi görür, ona ‘’Konuş ya Cüneyd’’ diye emir verir.
Sabah olunca, bunu hocama nasıl söyleyeceğim diye tereddütlü bir şekilde hocasının evinin yolunu tutar. Kapıyı çalar, hocasının huzuruna kabul edilir.
Daha konuşmaya başlamadan hocası, ‘’Konuş ya Cüneyd, aynı rüyayı ben de gördüm’’ buyurur.

Bunlarda İlginizi Çekebilir

Blog Widget by LinkWithin