19.02.2014

İFFETLİ EVLER ÇIPLAK EVLER..

Yaşlı kadın usulca odasından çıktı.
Salondan torunu ile gelinin sesleri geliyordu:
Gelin:"-Oğlum sofra hazır çorbanı koydum; haydi gel de soğutmadan ye!.."diyordu.

Salonun en kuytu yerine geçti yerde kendine ait köyden getirdiği minderin üzerine oturdu. Çocuk babaannesini görünce:
"-Babaanneciğim gel beraber yiyelim!.." dedi.

Yaşlı kadın mânidâr bir şekilde iç çektikten sonra:
"-Evin erkeği gelmeden akşam sofrasına oturulmaz. Hele babanız gelsin beraberce yeriz inşaâllah!" dedi.

Evin gelini:
"-Aman anneciğim eskidenmiş onlar!.. Şimdi acıkan yemek sofrasına oturur o da gelince yer." dedi. Yaşlı kadın:

"-Kızım nasıl insanların bir edebi hayâsı iffeti varsaEVLERİN DE BİR EDEBİ VE İFFETİ vardır."

Torunu dayanamayarak alaycı bir tavırla söze karıştı:
"-Yaa babaanne neymiş bu EVLERİN İFFETİ..? Anlat bakalım merak ettim!.." dedi.

Yaşlı kadın söze başladı:
"-Biz küçükken annelerimizden önce babalarımızın karşısında edepli oturmayı öğrenirdik. Evde babamız annemiz varken ayağımız uzatıp oturmaz büyüklerimiz konuşurken söz hakkı verilmedikçe söze dâhil olmazdık. Büyüklerimiz odaya girdiğinde hemen toparlanır kalkıp onlara oturmaları için yer verirdik. Aslâ babamız sofraya oturmadan sofraya el uzatmazdık.
Babamız gelir «Besmele» çeker «Haydi buyurun.» derdi. Huzurla hepimiz başlardık yemeğe... Sonunda da sofra duâsını kardeşlerimiz aramızda sıra ile okurduk. Hiç âilece yenen yemek kadar lezzetli yemek olur mu? Bu Sofranın Edebidir yavrum!.."

Torunu:
"-Bu kadar baskı karşısında DEPRESYONA girmez miydiniz babaanneciğim!" dedi.
"-Hayır yavrum bizim zamanımızda saygı olduğu için sevgi hep bâkî kalırdı. Sevgi var oldukça da hiç depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli uykular dinlendiriciydi.

Biliyor musun? Ben depresyon kelimesini ilk defa burada duydum hattâ köyümüzde bir tane akıldan mahrum birisi vardı «Deli İbram» derlerdi. Vallahi o bile o kadar mutluydu ki anlatamam.
Akşama kadar sokakta çocuklarla oynar acıkınca bir kapıyı tıklatır; «Aba acıktım aba su ver!» derdi. Hangi kapıyı çalsa boş çevrilmezdi. Berber saçları uzadıkça tıraş eder hamamcı arada yıkardı. Cumaları esnaf elinden tutar namaza bile götürürlerdi. Yani hiç kimse onu dışlamazdı..

Şimdi hiçbir şeye saygı kalmadı. Bak evlere bile saygı yok bu şehirde
Herkes akşam olduğu hâlde perdelerini örtmemiş bütün evlerin içi görünüyor ama kimse utanmıyor. Biz daha hava kararmaya başlamadan kalın perdelerimizi çeker ondan sonra evin ışıklarını yakardık. Hattâ perde kapalıyken üzerimizi değiştirmeye edep eder; ışığı söndürür yere çömelir öyle üzerimizi değiştirirdik. Gölgemizin bile dışarıdan görünebileceğini düşününce yüzümüz kızarırdı."

Bu sırada gelini oturduğu yerden kalktı mahcup bir edâ ile salonun perdelerini çekti.

"-«Evin edebi önce perdesinin çekilip çekilmediğinden belli olur.» derdi büyüklerimiz...

Evler kocaman duvarlarla çevrilmiş AVLUların içinde olduğu hâlde hiç kimse İÇ ÇAMAŞIRLARINI ulu orta asmazdı ev ahâlisinden bile edep ederlerdi. Ben daha küçükken giydiğim şalvarı en ön ipe asmışım hemen anam gelip; «Kız baban bugün avluya çıktı senin şalvarın asılı idi utancımdan yerin dibine girdim. Bir daha öyle ortaya asma çamaşırların en arkasındaki ipe as!.. Üstüne uzun bir tülbent ört sonra mandalla... Altında ne olduğu görünmesin!.. İffetimiz edebimiz bir giderse ortada îmanımız kalmaz!..» dedi. Tabiî ben 12 yaşlarındaydım annem bunları bana söylerken ben yerin dibine girdim. Şimdi öyle mi? Geçende bir nefes alayım diye balkona çıktım karşı komşu bütün çamaşırları asmış uluorta ben utancımdan hemen içeri girdim.

Bugün yemekler dışarıda yeniyor «GÖZ HAKKI» oluyor kimse umursamıyor. Çarşı pazardan alınanlar şeffaf poşetlerde eve geliyor; alan var alamayan var. Göz hakkı kıskançlık oluyor bu yenenlerde... Hiç şifâ olur mu yavrum?

Bizim Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- «Yemeğinizin kokusu ile komşunuza eza etmeyiniz.» buyuruyor. Bugün kokuyla gösterişle çevredekilere hep ezâ veriliyor.
Tabiî ki yenilenler böyle olunca İÇİNİZE SIKINTI VERİYOR. Sonra da «depresyon» diye diye doktorlara gidiliyor.

Evin bir EDEBİ daha vardır ki en önemlisi de budur herhalde... Evin içinde yaşananlar aslâ dışarıda anlatılmaz; yenenler içilenler muhabbetleşmeler kavgalar... Bu da evin iffetinden sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı. Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla çözülürdü.

Zaten Peygamberimiz de özellikle karı-koca arasında olanların etrafa yayılmasının ne büyük bir günah olduğunu hep hadislerinde anlatıyor değil mi Leylâcım!.." dedi gelinine... Leylâ mahcup bir şekilde:
"-Evet anneciğim." diyebildi.

Torunu:
"-Babaanneciğim şimdi FACEBOOK diye bir şey var; insanlar gittikleri lokantalarda yedikleri şeylerin fotoğrafını çekip binlerce kişiye gösteriyorlar!.."

"-Aayy ne ayıp... İnsan hiç yediğini söyler mi?"

"-Âh anneciğim her hâllerinin fotoğrafları var. Gezdikleri yerlerin yedikleri yiyecek-içeceklerin aldıkları eşyâ ve kıyâfetlerin hattâ beylerinin aldığı çiçekleri üzerinde yazdıkları notlarla paylaşıyor insanlar..."

"-Yavruuum sen neler diyorsun? Kıyamet koptu kopacak desene... Evler çırılçıplak kaldı desene..." dedi gözyaşları içinde anlatmaya devam etti:

"-Biz beylerimizle yan yana yürümeye ar edinirdik; dul kalanlar var evlenemeyenler var. Onların gönül yaralarına tuz basmayalım diye BEYLERİMİZİN BİR ADIM GERİSİNDEN yürürdük... Şimdi kavgalar ortada sevmeler ortada... Tabiî ki hiç MAHREMİYET kalmayınca SAMİMİYET de kalmıyor.

Evin bereketi büyüklere SAYGIdadır. Evin iffeti örtülen PERDEdir. Sevginin iffeti GİZLİLİKtedir. Gözün iffeti GÖZ kapaklarındadır. Bedenin iffeti TESETTÜRdedir. Unutma HAYÂ îmandan bir şûbedir.

Bakın size benim annemin anlattığı bir hikâyeyi anlatayım. Hikâye dedimse adı hikâye... Aslında bir hadîs Hadîs-i Kudsî hem de... Yani mânâsını Allâh'ın Peygamber Efendimize haber verdiği sözlerini ise Peygamberimizin kendi sözleriyle ifade ettiği bir hadis... Bu hadîs-i kudsîye göre:

"Allah Teâlâ Âdem -aleyhisselâm-'ı yarattığı vakit Cebrâil -aleyhisselâm- ona üç hediye getirdi: İlim hayâ akıl. Ona dedi ki: «Ya Âdem!.. Bunlardan dilediğini seç!..»

Âdem -aleyhisselâm- "AKLI" tercih etti. Cibrîl -aleyhisselâm- Hayâ ve İlme makamlarına dönmelerini emretti. Hayâ ve İlim dediler ki:

"-Biz âlem-i ervâhta (ruhlar âleminde) hep beraber idik. Birbirimizden aslâ ayrılmayız. Ruhlar cesetlere girdikten sonra da aynı şekildedir. Ve AKIL nerede olursa biz ona tâbî oluruz.

Cibrîl -aleyhisselâm- da öyle ise yerlerinize yerleşin!.." diye emretmekle

AKIL DİMAĞDA İLİM KALPTE HAYÂ da GÖZDE Yerleşti."(Mahmud Sami Ramazanoğlu Musâhabe)

İşte bu hadîs-i kudsîde de anlatıldığı gibi Hayânın makamı GÖZ'dür. Bu yüzden hem gözümüzü korumak önemlidir hem de göze hitâp eden şeyleri kontrol altında tutmak..."

Gelini:
"-Haklısın anneciğim biz iffetimizi kaybettikçe BUHRANLARIMIZ arttı." dedi.

Torunu kaşığı sessizce bırakıp:
"-Ben babam gelince yemeğe başlayacağım anneciğim!" dedi.
Babaanne de söylediklerinin evlatları üzerindeki tesirini görünce sessiz bir şekilde Allâh'a hamd etti.

12.01.2014

Ailede Saâdet

Ailede saâdet, iki taraflı gerçekleştirilebilecek bir husustur. Bunun temelini: 

1. Birbiriyle iyi geçinmek,
2. Anlayışlı ve olgun davranmak,
3. Fedâkâr olmak, oluşturur.

Bunlar da bilhassa ahlâkî fazîlet, dirâyet, zekâ, samîmiyet, ve karşılıklı hassâsiyet ile mümkündür.
Yine eskilerin “hüsn-i muâşeret” dedikleri, iyi geçinmek için iki tarafta da şu beş özellik bulunmalıdır:
1. Dindârlık,
2. Fazîlet,
3. Muhabbet,
4. Merhamet
5. Sadâkat.

Tamamı

30.12.2013

Münakaşanın Zararları

İtiraz etmeyi âdet haline getirmek, “Hayır öyle değildir” demek, çok çirkindir. Mesela, biri, (Havanın sıcaklığı 25 derece) dese, buna, (Hayır 30 dan aşağı değil) demek, onun sözüne itirazdır. Çünkü böyle söylemek, (Sen bilmiyorsun, bu işten sen anlamazsın, sen ahmaksın, ben akıllı ve bilgiliyim) demektir. Bu ise, kendini büyük görüp, başkalarına hücum etmektir.
Lüzum yokken, karşımızdaki şahsın kusurlarını bulup kendisine göstermek günahtır. Çünkü onun hatasını söylemekle üzmüş ve kalbini kırmış oluruz. Zaruretsiz incitmek haramdır. Böyle hususlarda başkasının hatasını söylemek gerekmez. Susmak ise imanın kemalini gösterir. 

Tamamı

14.11.2013

Mutlu ve Tebessüm



Adam eve hanımının yanına geldi, onu çok üzgün gördü.
Yanında oturdu, şefkat ve sevgi dolu bir ses tonuyla başını okşayarak:
- “Biliyor musun, sen dünyanın en güzel ikinci kadınısın” dedi tebessümle. Kadın başını kaldırdı, hayret ve şaşkınlık içerisinde:
-“Peki birinci kim ki?” diye sordu. Adam, gayet emin bir tonla cevap verdi:
-“Mutlu ve tebessüm ettiğin zaman sen.
” Bunun üzerine kadının tüm üzüntüsü gitti, yerine neşe geldi, yüzüne can geldi. Yuvaya tekrar saadet hakim oldu. Ne dersiniz? Eşiniz surat astığında:
1) Ne öyle surat asmışsın, mahkeme duvarı gibi?
2) Güleryüz göremeyecek miyim bu evde?
3) Ben dışarıda sizler için çile çekip eve geldiğimde güleryüz göstermelisin? miii dersiniz, yoksaaaa
4) Bir tanem, seni üzen nedir, benden dolayı ise özür dileyeyim ve telafi edeyim, başka şeyden ise dert etme, yanındayım her an, senin o güzel yüzüne hüzün yakışmaz, fani sebeplere takılıp dertlenmek pek yersiz, bakiye ve ahirete müteveccih olmak gerek….

14.05.2013

Gerçekler Acıtırsa…

Son yüzyılda kadınlar üzerinde çok fazla oyunlar oynandı. Kadınlarda müthiş bir erkekleşme ve fıtrattan uzaklaşma var. Bu da kadın erkek ilişkisindeki bütün dengeyi bozuyor. Kadınların acilen yaratılışlarına, özlerine dönmeleri gerekiyor. Kadınların erkeksi davranışlardan kurtulup yeniden kadın olmayı öğrenmeleri lazım. Bunu öncelikle saliha bir mümine hanım ve iyi bir eş olmak için yapmaları gerek.

Ayrıca kadınlar beyin yapısı olarak iletişimle donanımlı yaratıldıkları için iletişim konusunda evlilikleri için erkeklerden daha çok yapabilecekleri şeyler var. Ve bu yapacakları onlar için asla ağırlık değil tam aksi fıtratlarına dönüş olacak ve sonuçtan memnun kalacaklardır. Yeter ki nefislerini aradan çıkarıp gönül gözü ile baksınlar.

Herkes kadınların haklarını anlatıyor fakat vazifelerini anlatmıyor. Çoğu kadın; kadın olmanın ev işi ve yemek yapmak olduğunu zannediyor ve kocasının bunlarla mutlu olmasını ve onun kıymetini bilmesini bekliyor. Oysa kadının ilk ve esas vazifesi kadın olmaktır. Günümüzde medya kışkırtması, feminizm ve toplum olarak kızların erkek gibi yetiştirilmesi kadın olma yolunda en büyük engel. Kadınların ne kadar kadın olduğunu bilmesi, hatalarını görmesi lazım. Bunu da pek kimse yapmadığı için ihale üstüme kaldı.

11.04.2013

Doğru Düşünme ve Mutlu Yaşama Teknikleri

İNSAN neyi, nasıl düşünür ve konuşursa öyle hisseder, herşeyi düşünce ile kontrol edebilirsiniz. Nasıl bakarsanız öyle görürsünüz. Aynı olay veya madde farklı açılardan farklı görünür. Bu sonuç doğaldır. Örneğin bir arabaya yandan bakan kapılarını görürken önünden bakan farlarını görür gibi ve farklı açılardan bakan bu insanların aynı şeyi görmedikleri için birbirlerini suçlamaları saçma olur

İnsanoğlu konuşmalarında pozitif (olumlu), mutluluk, huzur vs. kelimelerini içeren cümleler kullanıyorsa; bilinçaltı bu kelimeleri ifade eden düşünce ile dolar ve insan kendini gerçekten mutlu hisseder. Aksine; olumsuz kelimeleri düşünür, konuşmalarında kullanır ise gergin, uyumsuz, mutsuz bir kişi olur. Yani mutluluk veya mutsuzluk, huzur veya gerginlik tamamıyla insanın kendi elinde olan bir sonuçtur. Arkadaşlığın temelinde de bu vardır. Bu kelimeleri kendisi kullanamayan insan kullanan insanlarla beraber olduğu için mutlu olur buna arkadaşlık denir. Aslında her şey insanın kendi elindedir.

Stresi kontrol edemeyen insanlar soğuk algınlığına çabuk yakalanır. Aksine kontrol edilen stres yaşamı monotonluktan kurtarır, yaşamdan zevk almanızı sağlar, mutluluk verir.Kurtulmaya çalışmayın kontrol edin..



SİNİRLENME önemli bir yanlış düşünce sonucudur. Aslında hiç kimse bir başkasının duygularını oluşturamaz, kişi kendi duygusunu oluşturur. Sinirleniyorsa kesinlikle gergin olduğu içindir, düşünürseniz aynı davranışı sergilediğiniz halde hiç kızmayan biri bir gün kızar değişen nedir ki ? ( cevap : kendisi )

YAŞAM : sonsuzdur, son yoktur, son dediğimiz şey aslında yeni bir başlangıçtır. İnsan Ruh ve Beden den oluşur. Tıp bilimi bunu kabul etmiş ve ruhbilimi (psikoloji) dalını açmıştır. Ruh bedeni kullanır ve bir süre sonra şu anki kavrayışımızın ötesinde bir boyuta (yeni bir yaşama ) geçer. Evren devam ettikçe yaşam devam edecektir.

BAŞARISIZLIK : Başarısızlık yoktur sadece sonuçlar vardır. Aslında her sonuç yeni bir başlangıçtır. Sonuclar kişiye bir tecrübe kazandırmalı referans olmalıdır.Alıntı

9.04.2013

İffet



Özellikle büyük şehirlerde iffet işi tehlikeli bir yoldadır. Bir genç kızın, kendi başına yalnız kendi aklı ve anlayışı ile iffetini muhafaza etmesi, cidden güçtür. O genç kız, eğer biraz da güzelse, hatıra ve hayale gelmeyen tehlikelerle çevrilmiş demektir. Bu tehlike, okulda, yollarda, otobüste, komşularda, hatta evinin içinde, telefonda, internette yakasını bırakmaz.
 
Kızlarımız, tehlikeler karşısında aciz bir mahluk olarak, ahlaksızların elinde bir oyuncak olmamalıdır. Bu devirde herkesten, her yerde ona zarar gelebilir. Bu zarar, onun parasına, puluna değil, şeref ve haysiyetinedir. Paraya olan zarar telafi edilebilir. Manevi zarar, yerine konamaz. Ahlaksızların içinde genç kız için şerefle yaşamak çok güçtür. İffetli bir kız, diğer bazı kızlar gibi, flört yapmaya heveslenmemeli. Bu tehlikeli bir tecrübedir. Esasen flörtle yapılan evlilik, çok zaman mutluluk getirmez.
İffeti muhafaza için, gençleri zamanında evlendirmeli, iffeti zedeleyecek yerlerden uzak durmalıdır. Gençliğin hakkı adı altında çeşitli eğlenceler, genç kızı elde etmek için birer tuzaktır. Bunun tuzak olduğuna inanmayan bir kız, tuzağın içine düştükten sonra, aklı başına gelir. Fakat iş işten geçmiştir. Tuzağın görünüşteki cazibesine kapılan kızlar, erkeklerin elinde çabucak birer oyuncak hâline gelir. Kendine güvenen bir kız bile, onların karşısında sonuna kadar dayanamaz. Yakışıklı bir erkeğin aldatıcı gülümsemesi karşısında, yenilebilir. 
Artık o kız, tuzağa düşmüştür. O tuzaktan kurtulan pek az veya hiç yoktur. Halbuki, o tuzak dediğimiz eğlence yerlerine gitmemek daha kolay bir iştir. (Göz görmeyince, gönül katlanır) diye bir atasözü vardır. Oraya gitmeyen bir genç kız, oranın tehlikesinden kurtulmuş olur. Giderse, kurtulması zordur. 

3.04.2013

Sevgimizi Anlatırken Cömert Olmalıyız

Unutmamamız gerekiyor ki eşlerimiz bizlerin emaneti. Kadın için de erkek için de geçerli bir durum bu. İnsan “Zaten evlendik, ne gerek var habire sevgimi anlatmaya” diyerek eşini ötelerse bu durum başka sorunları da beraberinde getirebilir.

Sevdiğini illa da söylemek şart değildir her zaman. 

Sevgimizi nasıl ifade ettiğimiz değil, ifade şeklimizle eşimize mesajımızı verebilmemiz önemlidir. “Çok seversem şımarır, bize yakışmaz öyle sevdiğini söylemek falan, seviyorum ya canım anlasın o da” gibi düşünceler o çok sevdiğimizi söylediğimiz eşimizi incitiyor olabilir. 
Eşimizi incitmek de “emanetimize” sahip çıkamamak demektir. 
Hem daima hatırda bulundurulması gereken mühim bir nokta da “Kişi birini severse, ona sevdiğini söylesin” buyuran bir Rasul’ün (s.a.v) ümmeti olduğumuzdur. Her şeyden geçsek bile sevgisinde cömertliği dahi kıskandıran Efendimiz’in (s.a.v) ümmeti olarak, sevgimizde cimrilik etmek bize yakışmayan bir tutum olur. 

Tamamı

Bunlarda İlginizi Çekebilir

Blog Widget by LinkWithin