Enver, on iki numaralı odanın kapısını yavaşça açarak içeri girdi. Yatakta yatan karısı Nazan’a baktı, gözleri kapalıydı. Uyuyor muydu, anlayamadı. Getirdiği gülleri vazoya yerleştirip yatağın yanına yavaşça oturdu. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki karısının hasta olduğuna hala inanamıyordu. Nazan daha iki ay önce sapasağlamken iki ay içinde adeta erimiş akmış, küçük bir çocuk kadar kalmış, ölümle pençeleşiyordu. Doktorların ancak birkaç gün daha yaşayabileceğini söylediklerini hatırlayınca gözlerinden süzülen yaşlara engel olamadı. Evleneli henüz yedi yıl olmuşken ve onunla daha uzun yıllar yaşayacağını düşünürken, karısı onu ve iki çocuğunu bırakıp gidiyordu. Hayatında kendini hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti. Enver, onun serum bağlı kolunu kımıldatmaya çalıştığını görünce yatağın diğer tarafına geçip ona yardım etti, kolunu düzeltti. Nazan feri gitmiş gözleriyle ona baktı.
“nasılsın, ağrın var mı?”
“hayır, az önce iğne yaptılar, şimdi iyiyim. Çocuklar nasıl iyiler mi?”
Konuşurken zorlanıyordu.
“merak etme ikisi de iyi.”
“ben gittikten sonra da onlara iyi bak, kimseye ezdirme.”
“hayır böyle söyleme bir yere gittiğin yok iyileşeceksin.”
Enver sustu, söylediği sözün inandırıcı olmadığını biliyordu ama Nazan birdenbire ölümden bahsedince ne diyeceğini bilememişti. Daha önce ölümle ilgili bir şey konuşmamışlardı. “hayır ALLAH’tan ümidini kesmemelisin.” Diye sözlerine birkaç cümle daha ekledi.
Nazan başucundaki suya baktı. Enver onun başını biraz kaldırıp birkaç yudum su içirdi.
“konuşmalıyız.”
“kendini yorma, daha sonra konuşuruz.”
“sonrası yok, şimdi konuşmalıyız. Daha çok gençsin evleneceksin, senden tek isteğim merhametli, çocukları seven biriyle evlenmen.”
Enver Nazan’ın incecik ellerini avuçlarının içine aldı.
“sensiz bir hayatı düşünemiyorum, seni çok sevdiğimi bilmeni istiyorum. Seninle mutlu günlerimiz oldu, arada bir kavgalarımız olmadı değil, her evde olduğu gibi. Huzurlu bir yuvamız vardı. Sana teşekkür etmeliyim, çok iyi bir eş, çok iyi bir anne oldun. Seni seviyorum.”
“ boş ver bunları artık çok geç.” Dedi.
Ellerini Enver’in ellerinden çekti. Birkaç kez yutkundu, sanki güç toplamaya çalışıyordu. Zoraki çıkan titrek sesiyle;
“bu söylediklerinin benim için gerçekten bir anlamı kalmadı. Beni sevdiğini ben ölürken mi söylemeliydin? Sağlıklıyken söyleseydin, beni mutlu ederdin.” Dedi.
İncelmiş parmaklarına çevirdi gözlerini.
“ellerimi böyle cansızken tutunca hiç bir şey hissetmiyorum. Dokunuşunu hissederken tutsaydın, heyecanlanırdım.”
Yutkundu, sonra güçlükle nefesini topladı. Feri sönmüş gözlerini Enver’in gözlerine dikti.
“konuşurken gözlerimin içine, gözlerimin ışığı sönmüşken mi bakmalıydın? Gözlerim parlarken baksaydın, duygularımı okşardın.”
Sonra gözlerini sehpanın üzerindeki güllere çevirdi.
“gülleri ölüm döşeğindeyken değil de evimizdeyken getirseydin, beni o zaman mutlu ederdin.”
Nazan sustu, gücü tükenmiş gibiydi. Enver şaşırmıştı, ne diyeceğini bilemiyordu. Ona birkaç yudum daha su içirdi, Nazan konuşmasını tamamlamak istiyordu.
“bana iyi bir eş olduğum için teşekkürünü ömrümün sonunda toptan mı yapmalıydın? Her gün senin beğenmen için, saatlerce uğraştığım yemeklerden sonra teşekkür etseydin, daha kıymetli olurdu.”
Enver donmuş kalmıştı, Nazan kısık sesiyle devam etti;
“iki aydır benimle çok ilgilendin, hergün hastanedesin. Çoğu zaman yemeğimi sen yedirdin. Keşke yemekler ağzımdan zehir gibi giderken değil de tadını hissederken…”
Nazan’ın sözlerini gözlerinden akan birkaç damla yaş bozdu. Enver sehpanın üzerindeki kağıt peçeteyle göz yaşlarını sildi. Nazan bütün gücünü toplayarak derin bir nefes aldı. Sözlerini bitirmeye kararlıydı. Enver birkaç yudum su daha içirdi. Konuşmaya başladığında sesi biraz daha iyi çıkıyordu.
“sevgiyle birkaç lokma uzatsaydın ne çok sevinirdim. Grip olduğum zamanlar kahvaltımı hazırlasaydın, o zaman beni çok çok mutlu ederdin. İki aydır bana çok zaman ayırdın. Ölüme yaklaşmış eşe mecburen yapılması gereken bir ilgiyle ilgilendin. Oysa seninle yaşarken bana daha fazla zaman ayırsaydın, her şey daha iyi olurdu. Seninle mutsuz olmadım ama mutlu da olamadım. Her zaman sevginin, ilginin eksikliğini hissettim. Karnımı doyurdun ama duygularım aç kaldı.”
Nazan sustu, gözlerini kapattı. Gücü tükenmiş, sözleri de bitmişti, artık konuşmak istemiyordu. Enver’in kulaklarında Nazan’ın en son söylediği sözler yankılanıyordu. “ mutsuz değildim ama mutlu da olamadım” kafası karışmıştı, karısının duygusal ihtiyaçlarını karşılayamamış olmanın üzüntüsü çökmüştü üzerine. Hatasını anlamıştı ama telafi edecek zamanı yoktu fırsatı kaçırmıştı.
Mehmet, bu hikayeyi kitaplıktan aldığı bir kitabın içinde dosya kağıdına yazılı olarak bulmuştu. Yazıya dikkat etti, karısının el yazısıydı acaba kendi böyle hissederek mi yazdı, yoksa bir yerden mi aldı diye merak etti. Ne önemi var ki, sonuçta bu hikaye onun için bir anlam ifade ediyor olmalı ki, yazmış diye düşündü. Hikayeden Mehmet çok etkilenmişti. Hikayede Nazan’ın dile getirdiği eksiklikler onların evliliğinde de vardı. Enver fırsatı kaçırmış diye üzüldü; ama benim hala fırsatım var diye kendi adına sevindi.
Hemen mutfağa gitti, karısı sofrayı toplamış, bulaşıkları yıkamaya başlamıştı. Yanağına bir öpücük kondurdu. “ sultanım yemeğin çok güzel olduğunu söylemeyi unutmuşum, ellerine sağlık” dedi. Türkan’ın yüzüne tatlı bir gülümseme yayıldı. “afiyet olsun” dedi.
“ben de yardım edeyim, işimiz çabuk bitsin, şöyle karşılıklı bir çay içelim” dedi. Bulaşıkları durulamaya başlayınca Türkan şaşırdı.
“bak ne diyorum, istersen bulaşık bitince dışarı çıkıp biraz yürüyüş yapalım. Sonra da bir yerde oturur bir çay içeriz, ne dersin?”
“harika olur derim”
Türkan bulaşığı bıraktı. Ona dönüp baktığında hem çok şaşırdı hem de çok mutlu olmuştu. Kocasındaki değişikliğin sebebini anlayamamıştı ama önemli değil diye düşündü, eşinin ona hep öyle davranması için içinden dua etti.
SEMA MARAŞLI’NIN: “EŞİMİN EŞİ YOK” KİTABINDAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder