5.05.2016

KIRK ALTIN ÖĞÜT


Kitabın adı  “Life’s Little Instruction Book”.Amerika’da  bir dönemin en  çok konuşulan  ve okunan  eserlerinin  başında yer alıyordu.Yazarı  H.Jackson Brown, bu eserde , üniversiteye  başlayacak oğluna  verdiği öğütleri kaleme almış.
Bu öğüt demeti tatlı bir dille alınmış.
  1.Ucuz  araba kullan ama alabileceğin  en güzel evi al.
2.Adam gibi üç fıkra öğren
3.Sevinçlerini sakın erteleme
4.Hayatı ve hayat arkadaşını sev.
5.Her gün 30 dakika  yürüyüş yap.
6.Her yemekten önce şükret.
7.Bir arkadaşına sırrını açmadan önce  iki kere düşün
8.Kim olduğunu, nereden geldiğini unutma..
9.Kaybedecek şeyleri olmayan insanlardan kork.
10. Çocukların adalet kelimesini duyduklarında  seni hatırlayacak gibi yaşa
11. Kibirli olma, yalancı olma, sevgisiz ve saygısız olma.
12. Kendini ve başkasını affetmesini bil.
13. Dinine ait kitabı tam anlamıyla  okumak için  kendine bir yıl süre tanı.
14. İlk yardımı öğren.
15. Bir seni kucakladığında ilk bırakan sen olma.
16. Her gün altı bardak su  içmeyi unutma.
17. Seni seven insanları  koru.
18. Zor da olsa  ailenle  tatil yapmak için  her şeyi dene.
19. Seyahate çıkarsan, cüzdanına sana ait sağlık bilgilerini, ev adresini  ve telefon
numaranı  kaydetmeyi unutma.
20. Başarıyı iç huzura kavuştuğun,  sağlıklı olduğun ve  sevildiğin zaman değerlendir.
21. İyi bir evliliğin iki şey bağlı olduğunu  unutma.Birisi doğru insanı bulmak, ikincisi  doğru insan olmak.
22. Anne  ve babanı, karını ve  çocuklarını  eleştirmek istediğin zaman  dilini ısır.
23. Sevimsiz olmayacak şekilde farklı  fikirde olmayı  öğren.
24. Cesaretli ol.Dönüp hayatına baktığında  yaptıkların için değil  yapamadıkların için üzüleceksin.
25. Yanlış yapanları, yanlış  yapmadan  yapıcı  bir şekilde  eleştir.
26. Keyifsizliğini asla açığa vurma.
27. Yalaka  olma, dalkavuk olma, ispiyoncu olma.


28. Nasıl bir duygu olduğunu  öğrenmen için  24 saat  hiç kimseyi  ve hiçbir şeyi  eleştirme.
29. İyiliği ve iyilik dolu  sözleri esirgeme.
30. Çocukların  hakkında  başkalarına  iyi şeyler söylerken, bırak onlar seni duysun.
31. Güç, sahip olduğun  mallara bağlı değildir.Bunu hiç unutma.
32. Biriyle tanıştığın zaman  elini uzat ve adını söyle.
33. Kalem ve not defterini hep yanında taşı.
34. Zamanı ve kelimeleri  boş yer harcama...İkisi de değerlidir.
35. Senden az yada çok parası olanlarla konuşurken  paran hakkında konuşma.
36. Zor şeyleri elde etmenin tadını çıkar.
37. Birisinin “kahraman”ı ol.
38. Neyi ve kimi, niçin desteklediğini  insanlara söyle.
39. İnsanları küçümseme, küçülen sen olursun.
40. Güne başlamadan önce mutlaka aynaya bak ve ”Acaba ben sevilen  bir  insan mıyım?” diye kendine sor. 


14.01.2016

Allah Allaaah!

Allah Allaaah!

Osman Yüksel Serdengeçti 40’lı yıllarda TRT radyosunda konuşurken içinde Allah geçen bir cümle kurduğu için mahkemenin yolunu tutar. Duruşma sırasında hâkim Serdengeçti’nin savunmasını ister, o da anlatmaya başlar:

- Efendim, halk arasında “Allah selamet versin, Allah’a ısmarladık” gibi dil alışkanlığı cümleler kurulur. Ben de olsa olsa böyle bir şey söylemişimdir.”

Hâkim bu sefer kinayelidir;

- Evladım sen bu ülkede Allah demenin yasak olduğunu bilmiyor musun?

Serdengeçti yutkunmadan cevap verir; “Allah Allaaah!”

***

KAYNAK: Abdullah Azizoğlu'nun "Osman Yüksel Serdengeçti... Her zaman ihtiyacımız vardı ama şu sıralar çok muhtacız!" başlıklı köşe yazısından (Kıbrıs Postası)

8.12.2015

Değer

Evlilik, 'hayat' denilen macerayı beraber yaşamak, ama aynı zamanda, yükü de beraber paylaşmak demek
Peki hayatı ve yükünü birlikte paylaşırken, kadınların gösterdikleri fedakarlıklarla, erkeklerin hayatlarını ne kadar kolaylaştırdığını hiç hesap ettiniz mi?


Karısının yaptığı işi rakamlara döken Steven, yaptığı hesaptan sonra, karısının değerini bir kez daha anlamış ve son zamanların en ilginç çalışmalarından birini ortaya koymuş.

Steven olayı şu şekilde özetliyor;

''Çocuğumuz doğduktan sonra karım işini bırakıp çocuğumuza baktı. Bezini değiştirdi, onu besledi, onunla oyunlar oynadı. Ama sadece bunları yapmakla kalmadı. Evde olduğu süre boyunca evi temizledi, yemek yaptı ve çamaşırlarımızı yıkadı.''

Karısının yaptıklarının kalem kalem dökümünü yapıp ücretlerini hesapladıktan sonra, oldukça şaşırdığını ifade eden genç adam eşinin yaptıklarını kısaca özetlemiş.

Tam zamanlı çalışan bir dadının yıllık ücreti: 36.660 $
Evin temizlenme masrafı(yıllık): 5.200 $
Kişisel aşçının yıllık ücreti: 12.480 $
Faturalar ve bütçe (yardımcı finans asistanı - yıllık): 3.900 $
Kişisel alışveriş elemanının yıllık ücreti: 13.520 $
Profesyonel davetlerde eşlik edecek bir asistanın yıllık masrafı: 900 $
Yıllık çamaşır servisi ücreti: 1.300 $

Steven'ın çıkardığı hesap, senelik yaklaşık 74.000 Dolar. Genç adam, bu parayı asla karşılamayacağını söyleyerek, gösterdiği fedakarlıktan ötürü karısı Glory'e minnettar olduğunu belirtiyor.

Eşinin alışveriş yaptığında kendini suçlu hissettiğini söyleyen Steven;

“Tabi ki çocuğumuzun bakımın dışında kendi harcamalarımız da oluyor. Karım kendisi için alışveriş yaptığında kendini suçlu hissettiğinde çok utanıyorum. Aslında hak ettiği çok çok daha fazlası.” diyerek belki de hayat' denilen macerayı beraber yaşamak için seçtiği kişiye duyduğu sevgi ve minnettarlığı tekrar dile getiriyor.

Alıntı

15.10.2015

YETİM:“Öksüz” Anlamı



YETİM:“Öksüz” demektir. Arapların “eşsiz inci” (durre yetim) sözünden alınmıştır. İnci nasıl diğer taşlar arasında benzersiz ise yetim de diğer insanlar arasında kimsesi olmaması bakımından benzersizdir. Öksüz, eski Türkçe’de (8.yy) Anne (ög) kelimesinin (süz, sız) olumsuzlama ekiyle kullanılmasından geliyor. Göğüssüz (öğ-süz) yani yaslanacak bir anne göğsü bulamayan demek. Kur’an’da yukarıdaki sâil için söylenen aynen yetim için de söylenir: 
“Sakın öksüzü hor görme/üzme” (Duha; 93/9).

Alıntı

22.09.2015

Hanımı Başka Memlekete Götürmek


Hanımı başka memlekete götürmek uygun değil deniyor. Ben hanımımı İstanbul’dan Erzurum’a, Konya’ya götüremez miyim?


Gezdirmeye her yere götürürsünüz elbette. Onu Konya’ya, Erzurum’a yerleştirip kendiniz zaruretsiz İstanbul’da ikamet etmeniz uygun olmaz.
Onu kendi ikamet ettiğiniz yerde, akrabalarının ikamet ettiği yerde bulundurmalısınız. Bir de kadın razı olmadıkça, onu memleketindeki akrabalarının yanından alıp başka memlekette ikamete zorlamak da uygun değildir.


Kaynak

24.03.2015

BEN SENİ MUTLU EDERİM


Delikanlı, genç kızı, şöyle bir süzdü ve sessizce düşündü:
"Güzel kız fena değil. Ama biraz kendini beğenmiş. Acaba bu hali devam eder mi? Ya ederse? O zaman bununla yaşanmaz. Ben dayanamam ukala bir kadına, kadın dediğin biraz uysal olmalı... Neyse canım, hele bir evlenmeyi kabul etsin. Ben onu değiştirmeyi bilirim."

Evlenmek niyetiyle görüşmeye gelmişlerdi.
Genç kız da simasının ortasına sinsi bir tebessüm kondurdu.
"Fena çocuk değil. İşi de yerinde. Rahat bir hayat yaşarım. Lâkin biraz 'dediğim dedik' gibi. Acaba buna, sözümü dinletebilir miyim? Aman canım, düşündüğüm şeye bak. Evlenelim de ben onu mum gibi yapmasını bilirim."

Ve "değişim savaşı"nın imzaları alkışlar arasında atılır.
Ayaklar birbirini ezmek için yarışır.
"Bal/ayının" tatlı meltemi yerini yavaş yavaş kuzey rüzgârlarına bırakır.

Genç adam, sabah işe gitmeden eşini uyandırmaya çalışır:
"Ben hazırlanırken sen de kahvaltı hazırlayabilir misin?"
Genç kadın uyumaya devam eder.
"Hayatım, geç kalıyorum haydi uyan."
Genç kadın sağından soluna dönerek,
"Sabahın bu saatinde de kalkılmaz ki? İşyerinde bir tostla çay alırsın." der.
"Allah! Allah! Ben akşama kadar çalışacağım, sen bir kahvaltı hazırlamaya zorlanıyorsun."
"Ama çok uykum var."
"Benim de uykum var ama kalkıp işe gitmek zorundayım."
Kadın istifini bozmaz, kapıyı çarpıp çıkarken "Can çıkmayınca huy değişmezmiş." diye söylenerek işe gider genç adam.

Başka bir gün...
"Hayatım, bugün yemek yapamadım. Dışarıya çıksak diyorum."
"Yine mi? Ama çok yorgunum, şöyle evimde dinlenmek istiyorum. Dışarıya hafta sonu gideriz."

"Annem haklıymış. 'Bu adamı değiştiremezsin' demişti de inanmamıştım."
Kimse 'ben onu değiştiririm' demesin...
Birbirini değiştirme hayaliyle kurulan bir aile tablosu bu.
Her iki taraf da
"Acaba eşimi nasıl mutlu ederim?"
yerine
"Nasıl değiştiririm?" sevdasında.
Daha doğrusu "güç savaşında".
Oysa eşler güçlerini" değişim savaşı"nda tüketmek yerine mutluluğu yakalamak yolunda sarf etmeli.
Evlilik,
"Ben seni adam ederim"
yerine
"ben seni mutlu ederim"
düşüncesi üzerine kurulmalıdır.

O zaman evin pencerelerinde mutluluk meltemi eser.
Saksılarında huzur çiçekleri açar.
Odalarında şen kahkahalar çınlar.
Eşler, birbirini mutlu etmek için yarışır.
Planlar, "onu nasıl değiştiririm" yerine "onu nasıl mutlu ederim" üzerine yapılır.
Mürebbiye gibi değil, psikolog gibi davranılır.
"Değişim savaşı" vererek ne kendisini tüketir ne de eşini.

Aksi halde kadın "dırdırcı", erkek "baskıcı" mutluluksa "toz-duman" olur.
Bu sebeple, evlenecek gençler, ruhen uyum sağlayabilecekleri kişileri seçmelidir.
"Ben onu değiştiririm" diye düşünerek başlıyorlarsa, boşuna evlerini dayayıp döşemesinler. Silahlarını yağlasın, kelime mermilerini yığsın, savaş yerlerini belirleyip sığınaklarını hazırlasınlar.
Gelin arabasının arkasına da "Evleniyoruz mutluyuz" yerine "Evleniyoruz savaşa gidiyoruz" diye yazmayı unutmasınlar.


Alıntı

7.02.2015

Karamsarlığın Meyvesi Üzüntü

Üzüntü Aklı Kapatır, İnsanı Din Ahlakından Uzaklaştırır

Allah'ın rızasına uygun yaşam şeklini ve Kur'an ahlakını benimsemeyen insanlar, üzülmek ve mutsuz olmak için yüzlerce hatta binlerce sebep bulabilirler. Çünkü insan, ancak samimi olarak Allah'ın rızasına uygun bir hayat yaşayıp, Allah'a ihlasla kulluk ederse, Allah'ın emir ve isteklerini titizlikle uygularsa, Allah'ı çok sevip içten saygı duyarsa ve Kur'an ahlakını tam olarak yaşarsa gerçek anlamda mutlu olabilir. Bunun dışında mutlu olmanın başka bir yolu yoktur. Bu nedenle, mutluluğu Allah'ın rızasında ve Kur'an'da aramayıp dünyevi hedeflere yönelen, kendi nefsini rahat ettirmeye çalışan insanların karşısına mutlaka mutsuzluklar ve üzüntüler çıkar.

Allah'ın sonsuz adaletini ve Rabbimiz'in kaderi en mükemmel şekilde yarattığını düşünmeyen bu insanlar, olayların özel hikmetlerle yaratıldığını gözardı etmelerinin sıkıntısını yaşarlar. Çevrelerinde olup biten olayların ya da insanların davranışlarının hayırlarını görmek yerine, bunlar üzerinde saatlerce karamsarlığa kapılarak düşünür, çok sıradan gündelik konuları büyütebilir ve bundan dolayı da ciddi şekilde üzüntüye kapılırlar. Örneğin pek çok insanın en çok üzüldüğü konulardan birisi geçmişe yönelik konulardır. Uzun uzun geçmişte yaptıkları hataları düşünüp, nasıl o hatalara düştüklerine üzülürler. Tekrar tekrar olayları hatırlayıp anlatır, üzüntü veren pişmanlıklar yaşarlar. Oysa insan için, geçmişinin bir üzüntü konusu olmaması gerekir. Çünkü Allah her olayı kaderde mutlaka hayırlarla ve hikmetlerle yaratmıştır. İnsan elbetteki geçmişteki hatalarından pişmanlık duyacak, bunları tekrarlamamak ve telafi etmek için çaba harcayacaktır. Ama bunların hiçbirisi hiçbir zaman için bir üzüntü konusu değildir.

Müslümanın hayatında bu ahlakı en güzel örnekleriyle görmek mümkündür. İster 30 yıl, isterse 30 saniye öncesi olsun, mümin yaptığı hatalar, yanlışlar dolayısıyla hüzne kapılmaz. Yaptığı hataların hayır ve hikmetlerini düşünüp, onlardan ders alır. Allah'tan bağışlanma diler, hatasının kendisini Allah'a daha da yakınlaştırması için dua eder. Müslüman da yaptığı yanlış şeylerden dolayı pişmanlık duyar ancak bu pişmanlık mutsuzluk veren bir pişmanlık değil, aksine ümit veren, Allah'a yönelmeye sebep olan bir pişmanlıktır.

Bir insanın üzüntüden uzak durması için, bu konuda kesin bir karar vermesi gerekir. Üzüntü duyduğu olayları da, herşeyi yaratan Allah'ın büyük bir hikmetle yarattığını; hayatındaki herşeyin en küçük detayına kadar Allah'ın sonsuz aklıyla gerçekleştirdiğini bilmesi ve hayatının sürekli olarak bu gerçeğin şuuruyla yaşaması gerekir. Bir insan yalnızca bu gerçeği kavradığı takdirde hayatının sonuna kadar hep Allah'ın istediği şekilde bir ahlak gösterebilir.

Gülay Pınarbaşı

Milli Gazete

31.05.2014

OSMANLI’DA EDEP

İslâm’ın başı, sonu edeptir. Edep, en kısa tarifiyle, hadlere riayet etmektir; sınırları aşmamaktır. Allah’ın emir ve nehiylerine % 100 itaat etmektir. İblis, Allah’ın emrine itaat etmemek suretiyle edepsizliğin içerisine düşmüş ve şeytan olmuştur. Âdem (A.S) ise Allah’ın emir ve nehiylerine itaat ederek en üst seviyedeki edebe riayet etmiş ve Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmıştır. Ahlâk, ciddiyet ve sorumluluk duygusunun şahikasıdır.  

Osmanlı, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sünnetine harfiyen uymaya çalışdı, en güzel ahlâk örneklerini asırlarca dünyaya örnek gösterdi. Biz, insanımızı anlatırken: “Osmanlı terbiyesi görmüş, Osmanlı Beyefendisi ya da tam bir Osmanlı Kadını” diye onun terbiyesini överiz. Çünkü Osmanlı toplumunda tanıdığımız birçok kabiliyetli ve büyük insanın kendini anlatırken, nefsin afetlerinden uzak sözler kullandıklarını görürüz.

Yazının Tamamı: 

19.02.2014

İFFETLİ EVLER ÇIPLAK EVLER..

Yaşlı kadın usulca odasından çıktı.
Salondan torunu ile gelinin sesleri geliyordu:
Gelin:"-Oğlum sofra hazır çorbanı koydum; haydi gel de soğutmadan ye!.."diyordu.

Salonun en kuytu yerine geçti yerde kendine ait köyden getirdiği minderin üzerine oturdu. Çocuk babaannesini görünce:
"-Babaanneciğim gel beraber yiyelim!.." dedi.

Yaşlı kadın mânidâr bir şekilde iç çektikten sonra:
"-Evin erkeği gelmeden akşam sofrasına oturulmaz. Hele babanız gelsin beraberce yeriz inşaâllah!" dedi.

Evin gelini:
"-Aman anneciğim eskidenmiş onlar!.. Şimdi acıkan yemek sofrasına oturur o da gelince yer." dedi. Yaşlı kadın:

"-Kızım nasıl insanların bir edebi hayâsı iffeti varsaEVLERİN DE BİR EDEBİ VE İFFETİ vardır."

Torunu dayanamayarak alaycı bir tavırla söze karıştı:
"-Yaa babaanne neymiş bu EVLERİN İFFETİ..? Anlat bakalım merak ettim!.." dedi.

Yaşlı kadın söze başladı:
"-Biz küçükken annelerimizden önce babalarımızın karşısında edepli oturmayı öğrenirdik. Evde babamız annemiz varken ayağımız uzatıp oturmaz büyüklerimiz konuşurken söz hakkı verilmedikçe söze dâhil olmazdık. Büyüklerimiz odaya girdiğinde hemen toparlanır kalkıp onlara oturmaları için yer verirdik. Aslâ babamız sofraya oturmadan sofraya el uzatmazdık.
Babamız gelir «Besmele» çeker «Haydi buyurun.» derdi. Huzurla hepimiz başlardık yemeğe... Sonunda da sofra duâsını kardeşlerimiz aramızda sıra ile okurduk. Hiç âilece yenen yemek kadar lezzetli yemek olur mu? Bu Sofranın Edebidir yavrum!.."

Torunu:
"-Bu kadar baskı karşısında DEPRESYONA girmez miydiniz babaanneciğim!" dedi.
"-Hayır yavrum bizim zamanımızda saygı olduğu için sevgi hep bâkî kalırdı. Sevgi var oldukça da hiç depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli uykular dinlendiriciydi.

Biliyor musun? Ben depresyon kelimesini ilk defa burada duydum hattâ köyümüzde bir tane akıldan mahrum birisi vardı «Deli İbram» derlerdi. Vallahi o bile o kadar mutluydu ki anlatamam.
Akşama kadar sokakta çocuklarla oynar acıkınca bir kapıyı tıklatır; «Aba acıktım aba su ver!» derdi. Hangi kapıyı çalsa boş çevrilmezdi. Berber saçları uzadıkça tıraş eder hamamcı arada yıkardı. Cumaları esnaf elinden tutar namaza bile götürürlerdi. Yani hiç kimse onu dışlamazdı..

Şimdi hiçbir şeye saygı kalmadı. Bak evlere bile saygı yok bu şehirde
Herkes akşam olduğu hâlde perdelerini örtmemiş bütün evlerin içi görünüyor ama kimse utanmıyor. Biz daha hava kararmaya başlamadan kalın perdelerimizi çeker ondan sonra evin ışıklarını yakardık. Hattâ perde kapalıyken üzerimizi değiştirmeye edep eder; ışığı söndürür yere çömelir öyle üzerimizi değiştirirdik. Gölgemizin bile dışarıdan görünebileceğini düşününce yüzümüz kızarırdı."

Bu sırada gelini oturduğu yerden kalktı mahcup bir edâ ile salonun perdelerini çekti.

"-«Evin edebi önce perdesinin çekilip çekilmediğinden belli olur.» derdi büyüklerimiz...

Evler kocaman duvarlarla çevrilmiş AVLUların içinde olduğu hâlde hiç kimse İÇ ÇAMAŞIRLARINI ulu orta asmazdı ev ahâlisinden bile edep ederlerdi. Ben daha küçükken giydiğim şalvarı en ön ipe asmışım hemen anam gelip; «Kız baban bugün avluya çıktı senin şalvarın asılı idi utancımdan yerin dibine girdim. Bir daha öyle ortaya asma çamaşırların en arkasındaki ipe as!.. Üstüne uzun bir tülbent ört sonra mandalla... Altında ne olduğu görünmesin!.. İffetimiz edebimiz bir giderse ortada îmanımız kalmaz!..» dedi. Tabiî ben 12 yaşlarındaydım annem bunları bana söylerken ben yerin dibine girdim. Şimdi öyle mi? Geçende bir nefes alayım diye balkona çıktım karşı komşu bütün çamaşırları asmış uluorta ben utancımdan hemen içeri girdim.

Bugün yemekler dışarıda yeniyor «GÖZ HAKKI» oluyor kimse umursamıyor. Çarşı pazardan alınanlar şeffaf poşetlerde eve geliyor; alan var alamayan var. Göz hakkı kıskançlık oluyor bu yenenlerde... Hiç şifâ olur mu yavrum?

Bizim Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- «Yemeğinizin kokusu ile komşunuza eza etmeyiniz.» buyuruyor. Bugün kokuyla gösterişle çevredekilere hep ezâ veriliyor.
Tabiî ki yenilenler böyle olunca İÇİNİZE SIKINTI VERİYOR. Sonra da «depresyon» diye diye doktorlara gidiliyor.

Evin bir EDEBİ daha vardır ki en önemlisi de budur herhalde... Evin içinde yaşananlar aslâ dışarıda anlatılmaz; yenenler içilenler muhabbetleşmeler kavgalar... Bu da evin iffetinden sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı. Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla çözülürdü.

Zaten Peygamberimiz de özellikle karı-koca arasında olanların etrafa yayılmasının ne büyük bir günah olduğunu hep hadislerinde anlatıyor değil mi Leylâcım!.." dedi gelinine... Leylâ mahcup bir şekilde:
"-Evet anneciğim." diyebildi.

Torunu:
"-Babaanneciğim şimdi FACEBOOK diye bir şey var; insanlar gittikleri lokantalarda yedikleri şeylerin fotoğrafını çekip binlerce kişiye gösteriyorlar!.."

"-Aayy ne ayıp... İnsan hiç yediğini söyler mi?"

"-Âh anneciğim her hâllerinin fotoğrafları var. Gezdikleri yerlerin yedikleri yiyecek-içeceklerin aldıkları eşyâ ve kıyâfetlerin hattâ beylerinin aldığı çiçekleri üzerinde yazdıkları notlarla paylaşıyor insanlar..."

"-Yavruuum sen neler diyorsun? Kıyamet koptu kopacak desene... Evler çırılçıplak kaldı desene..." dedi gözyaşları içinde anlatmaya devam etti:

"-Biz beylerimizle yan yana yürümeye ar edinirdik; dul kalanlar var evlenemeyenler var. Onların gönül yaralarına tuz basmayalım diye BEYLERİMİZİN BİR ADIM GERİSİNDEN yürürdük... Şimdi kavgalar ortada sevmeler ortada... Tabiî ki hiç MAHREMİYET kalmayınca SAMİMİYET de kalmıyor.

Evin bereketi büyüklere SAYGIdadır. Evin iffeti örtülen PERDEdir. Sevginin iffeti GİZLİLİKtedir. Gözün iffeti GÖZ kapaklarındadır. Bedenin iffeti TESETTÜRdedir. Unutma HAYÂ îmandan bir şûbedir.

Bakın size benim annemin anlattığı bir hikâyeyi anlatayım. Hikâye dedimse adı hikâye... Aslında bir hadîs Hadîs-i Kudsî hem de... Yani mânâsını Allâh'ın Peygamber Efendimize haber verdiği sözlerini ise Peygamberimizin kendi sözleriyle ifade ettiği bir hadis... Bu hadîs-i kudsîye göre:

"Allah Teâlâ Âdem -aleyhisselâm-'ı yarattığı vakit Cebrâil -aleyhisselâm- ona üç hediye getirdi: İlim hayâ akıl. Ona dedi ki: «Ya Âdem!.. Bunlardan dilediğini seç!..»

Âdem -aleyhisselâm- "AKLI" tercih etti. Cibrîl -aleyhisselâm- Hayâ ve İlme makamlarına dönmelerini emretti. Hayâ ve İlim dediler ki:

"-Biz âlem-i ervâhta (ruhlar âleminde) hep beraber idik. Birbirimizden aslâ ayrılmayız. Ruhlar cesetlere girdikten sonra da aynı şekildedir. Ve AKIL nerede olursa biz ona tâbî oluruz.

Cibrîl -aleyhisselâm- da öyle ise yerlerinize yerleşin!.." diye emretmekle

AKIL DİMAĞDA İLİM KALPTE HAYÂ da GÖZDE Yerleşti."(Mahmud Sami Ramazanoğlu Musâhabe)

İşte bu hadîs-i kudsîde de anlatıldığı gibi Hayânın makamı GÖZ'dür. Bu yüzden hem gözümüzü korumak önemlidir hem de göze hitâp eden şeyleri kontrol altında tutmak..."

Gelini:
"-Haklısın anneciğim biz iffetimizi kaybettikçe BUHRANLARIMIZ arttı." dedi.

Torunu kaşığı sessizce bırakıp:
"-Ben babam gelince yemeğe başlayacağım anneciğim!" dedi.
Babaanne de söylediklerinin evlatları üzerindeki tesirini görünce sessiz bir şekilde Allâh'a hamd etti.

Bunlarda İlginizi Çekebilir

Blog Widget by LinkWithin